31 Aralık 2021 Cuma

DÜVEN TAŞI




Ayna kırık, heyecanın civa yankısı
Sen durağan olmayan bir budaksın
Bizi yarelenince akışkan kılan kan,
Kiri midir yaşamdan evvelin?
Bulunman sandalyede, şiirden ziyade
Değil midir dönülmezi sancıtan?
Sorular ve kara hali arzunun
Ey daktilo ehli;
Bir dilekçe kaç tümen?
Söyleyeyim yazsın gidenler

 
Gözlerine kara günlerden çekilmiş
Ağustos renginde salyangoz
Durmuyor sana susmak dudaklarımda
Bir mesai olarak sürüyor
Ne zaman dönmeye çalışsam pazubentim
Bana kim olduğumu hatırlatıyor
Kişniyor fazla mesaiden,
Çocukların eriklere dadanmaları
Görmezden gelinirken 

Her nasılsa sıyrılır gibi oluyoruz
Konuşacağız sanki;
Ahraz bir gün batımı dingin ve turuncu
Mevsimlerden Pinar Ağacı’nın yıkıldığı
Gergedan yürüyüşü ruhuma hücum ediyor
Ömür boyu;
Artık geri dönmem, artık geri dönmem
Biliyorsun, artık geri dönemem ben
Hayatımın üzerindeki düven taşı
Yeni yemlenmiş atın rahvan koşuşu
Yaşarken, öldüğünü iddia eden herkesin
Gömülmediği günler için işler mi demuraj?
Nedir bu kara günlerin sureti, aslı gibi!
Hay aksi;
Vantablack!

 
 

Ali Özmen.
 




Edebiyat Atölyesi Dergisi, 6. Sayı'da yer almıştır.

 

27 Kasım 2021 Cumartesi

MAĞMUM

 



 
Bir şey oldu, borçlar bitti birden
İyi bilindi tüm olan biten
İnşaatlar durdu, yangınlar dindi
Sokak hayvanlarına kimse zarar vermedi
Flamingolar mesela öyle hemen ölmedi
Her şeyden habersiz bir şair indi şehre
Taşralı hallerini kim görse tanırdı
Sahi, bilinen şehirlerden uzakta
Yaşanmamış mıydı tüm bu delilik?
Hepsi geçti.
Kazalar, korkular ve ağaç gölgeleri
Bir bakış kaldı geriye, bir an
Gitmek nedir dense bir cevaptı
Kavuşmak gibiydi de
Durmadı koşturdu
Vay, ne delişmen bir sarmaşık ellerimizde
Vay nasıl koşturduk biz bunca sene
Susarken araya giren yıllar uzaktan
Seninle yeniden buluşmanın usulsüzlüğü üzerine
Nasıl anlatacağız olup biteni
Olup biten nedir ki?
 
Ali Özmen.


TARİZ DERGİ 4. SAYI'DA YAYIMLANMIŞTIR.

NE O, NEON!

  




Neon gazlarını eskiten bir ara sokak vardı
Üstelik ben de sikliyordum insanları, Beckett geç kalmıştı
Soğuk ne kadar özlenirse o kadar yazdım olanları aklıma
Sonranın tiksinti verdiği bir ana eğilip ama koydum
-Ama.
İnanmazsın bir zaman;
Kudüslen bir bildim sevdayı delindi böğrüm
Kuş kanattı, kanatlandıkça sonradan irkildim
Yakarca sen hiç otobüs bekledin mi ömründe?
Kristal sana ne anlatır yağmurlu bir günde?
-Ben çok bekledim.
 
Yılkı nüktedan bir dirayetle bozkıra geçen
Alargada pas tutan bir söylemdin âh ki sen
Herkesin bildiği kimsenin kutsal bir kitapta aramadığı
Eksik bir evrak gibi saplandım vakte ve sana
Durmadan davrandım, tutukluk yaptı yol
Paraşütsüz atlayınca, kaldırımdan inmek kolay geliyor
 
Uyan İgor, seni anlamaya geldim
Bahçende ne garip isimde köpekler var
Sakın sen anlatıp durma
Olanları kafaya takmayacak kadar sarhoş ol
Bazen bir fotoğrafın yokluğu dahi aynadan taşıyor
 
Bense kaybettim,
Yoldan çıkmanın saksı tavırlarıyla,
Tutkal gibi elde edilmenin karmaşıklığı
Hudut, aklımda bir tebessüm ve seyrek
Kafam allak bullak;
Bir tufanın gururu kırılmış göçmen kuşların geç kalışında
Aynı anda gagalarında zeytin dalı ve bir diğer uçta
Kırk şilin için iç geçirmiş bir dilek çeşmesinde kurna
Ne yapmalı da güldürsün yüzümüzü hasat, kalktığında?
Beklemeli mi Endülüslü tüccarı?
Çırpındıkça içine çeken; hayat sanki bataklık, insan kılığında
Endülüs’ten kalkıp gelen kim varsa başka diyara
Sofrayı toplasın, artık yeter
Neon gazlarını eskiten bir ara sokak vardı
Duvarda asılı olan yeşil
Yağmur altında parlayan ’Çıkış’ yazısının
Hayatıma muhakkak bir mesajı vardı.
 
 
Ali Özmen.


2015 yılında yazdığım bir şiirdir, revize edilmiştir.

KHARON DERGİ 2. SAYI'DA YAYIMLANMIŞTIR.

17 Aralık 2020 Perşembe

MAYIS KINLI TEBESSÜM

 



 

Koşumlarım yük,
Esen yelin altındayım neredesin?
Sigarasını yakacaktım
Kirpiklerini yaktım Dünya’nın
Derdimleyim ve bu kalabalıktan
Ezber ettiklerime geri dönemiyorum
 
Çiçekler ölmüş, hepsi
Yokmuş meğer bir evim
Evim dediklerim saksılardan sökmüşler beni
Yılmadan koşturduğum yaz
Yokuşundan sunduğu için
Koşumlarım yük
 
Kaçıyorum pekâlâ
Gel seni de kaçırayım
Esen yelin tadı, yıldızların şıkırtısı
Gece boyu süren nazlı keder
Sonrasında buz tutmuş yollar
Gıcır gıcır!
Tam on yıl olmuş bugün
Bir Mayıs sabahı kadar bile bende ondan yok
Fidanlar ve yolun sonundaki deniz
İnanmazdım küçük tekrarlara
Ve ellerine
Kaba, gaddar bir memleketim ben, bizzat aynalarda
Üşümüşüm ama üşenmedim, geldim
Ve sigarasını yakacakken
Kirpiklerini yaktığım Dünya'yı
Bir kadının nefti bakışlarıyla anladım
Bunca yük fazla
Zaman değdikçe omzuma
Beni kırbaçlarken sana doğru esen yelin uğultusu
Koşumlarım yük, göğsüme doğru
 
 
Büyümek ve sana yeltenmek
Tüm yüklerden kurtulduktan hemen sonra
Olan biteni kanıksamak
Koşumlarımdan kurtulmak
Çocukluğu tüketerek gelmek bugüne
Meğer;
Büyümek değilmiş.
Ve ben yaktım diye sahte kirpiklerini Dünya’nın
Kaypak bilindim, zorba sanıldım
İnanmazsın;
İbranice bir ağıtla sana doğru
-Ağladım
 
 
 
 
Ali Özmen.


TARİZ DERGİ 2. SAYI'DA YAYIMLANMIŞTIR.

GÜNEBAKAN

 





Günebakan, aç yüzünü
Bulutların dansıdır şimdi senin boynunu eğen
Bozkırın ortasında
Unutulmuş tren yolları
Bahçe'den hallice geçen o direşken rüzgâr
Nur Dağı'ndan aşağı saatte ‘yüzyirmi bin’ ışık yılı
Unutamaz hiç kimse
Keskindir ellerin, vedaların virajlarında
İnsan susar, susadım demez böyle anlarda
Ya susuzluğunu dindirirse umduğu?
Susar ama, sustum dememek kaydıyla
Düştüğünü söylemek nasıl ayıplanırsa
Dizleri kanlı, bakışları git gide seyrek
Aç yüzünü Günebakan
Kimse sana susadın mı demeyecek
 
Nerede bu kıpkırmızı toprak, nerede sen
Üstümüze bulaşan bayındırlık mı bize huzursuzluk getiren?
Mevsimlik umutları taşıyan bakımsız konserveler
Günebakan aç yüzünü, mahrem değil gökyüzü
Balyalar, baltalar ve bilyeler
Şehrin girişinden hemen önce kaybediyor lisanını
Artık ölüm sarı bir peçeyle gelir karşıma
Arlanmaz,
Dünü unutan odur, günebakan sen
Düşmüştür, düşündüğü kadar susmuş
Çocukluğuyla muteber, dargın kalabalık bakışları
Günebakan saç yüzünü, susmuş olmanın cüretiyle
Nerede sen, nerede bu susamış toprak
Hepimizin gidiyor oluşuna uyandır onları
Arala sarı peçenden sıyrılan dargın yüzünü
Güneşin ve sevişmenin kudretiyle

 

 

Ali Özmen.


7 Aralık 2020 Pazartesi

ÇİZGİ

 

Bulunmaz bir savunmaydı, mevkiinde
İki ayağını da kullanırdı, elveda dediğinde
Her akşamüzeri toprak zemin
Ve bu tutukluk yapmış silahın kabzasıyla
Geride kalan yolu hiç geçmemiş olduğunu
Düşündü birden
İrkildi
Yoksa Zaza Rıza'nın anlattıkları yalan mıydı?
Tüm işleri batırıp, taksiye çıkmamış mıydı Süleyman?
Ramazan ayında şarabı bırakan İbrahim,
Yaşamamış mıydı,
Sürekli küfür yiyen, sigara müptelası forvet Zülküf
Nasıl şampiyonluktan etmişti tüm semti?
Güzelleşir diye umduğu güzelleşti
Bazı aşklarında;
Daha şahsi sevişti diye yedek bırakıldı
Çok küfür yedi ancak bulunmaz bir savunmaydı mevkiinde
 
Her iki ayağını da kullanırdı, elveda dediğinde
Öyle top keserdi ki, yüzüne tükürürdü rakibin piçleri
Kavga çıksın diye yapılan tüm müdahalelerde
Boşnak Hamdi anlatırdı;
Şişman, kireçle çizgileri çekerdi her maç öncesi
Formalar dağıtıldı ve ilk defa yedek bırakıldığını anladı
Zoruna gitti bunca olan bitenden sonra
Yediremedi kimsesizliğine
İçindeki kavga başladı o gün
Çünkü yalnızca orta açmak için değil
Gitmek için de;
Her iki ayağını kullanırdı, elveda dediğinde
 
Her akşamüzeri toprak zemin
Toz kalkmasın diye ıslatılırdı idmanlardan önce
Herkesin hikâyesidir bu biraz
Yaşanmamışsa eğer, adrese teslim paslarla
O fırtına sol bek nereye koşturdu bunca yıl
Koştu madem yetişti mi ardından
Aşkın yahut yaşamın?
Yeniden hissedeceğini bile bile
Elleri ve saksı bitkileriyle, gidişinin üzeri
Ve hatta her akşamüzeri toprak zemin
Bırakın gitsin
 
-Bağırmayan taraftar siktirsin gitsin!
 
 
Ali Özmen.


ÇİZGİ ADLI ŞİİRİM KHARON DERGİ, 1. SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.


çocukluğuma ve eski semtime...

DEĞİRMENYANI

 




Henüz yedi yaşındaydı ağacın kırık dalı

Üstelik ayaz yedi, bir sabanın sapı oldu

Akrep soktu ayağını, sıtma tuttu

Ellerin samimiyetle sarıldığı nasır

O yıllarda gerçekten doymuşların

Selamıyla hissedilirdi

Kara çarşafın düğüne giyildiği

Ekmeksiz gün olur ama silahsız olmazdı

Denildiği değil görüldüğü üzre davranılan

Kiramen Katibin fazla mesai yapmazdı belki

O yıllarda, buğday vardı

Terli göğüslerin içinde bir yeri vardı nimetin

Sürüldü Dünya, emekçi çocukların alnında

Sürüldü yuvasına bir fişek

Bir tarla sürüldü ekseriyetle

Yurdundan sürülenler susuldu

Alın teri, anaların kuzinelerde pişirdiği ekmek

Ve siyah beyaz ekranlarda bir roket haberi

Fezaya süzülen

Yavrucaklar iniledi korkudan

Babalar köy kahvelerinde söylendi durdu

Bir analar sustu, gömdüler sineye ekilen zaman hançerini

Hançer ki hala bir traktör hayaliyle kıvranıyordu o zaman

Ve yıllarca askerden dönmeyen evlatlar

Sonra birden köye yeni bir değirmen açılmış dendi

Köyün yanındaki değirmen uzun yıllar, uzun yollar tepenlere

Ne büyük nimetti!

Göğüs kafesimi çatırdatır anlattığım kıssa

Çünkü henüz yedi yaşındaydı ağacın kırık dalı

Anımsadığı ilk lastik ayakkabılarını,

Yatağının baş ucunda saklardı

Uğuldadı Dünya, dönüşüyle sarsıldı zaman

Analar ağladı!

Bir tartı kuruldu bilinen o büyük tartıdan hemen önce

Bir yanına bilinen tüm efsaneler koyuldu

Bir yanına bir damla kan

Aradılar efsaneler yanına bir ağırlık utanmadan

Ve bu masalı hiçbir zaman anlatmadılar.

 

 

 

 

Ali Özmen

 




DEĞİRMENYANI ADLI ŞİİRİM, LÜMPEN DERGİ, 2. SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.


babam'a.

19 Mart 2020 Perşembe

KIRIK DİŞ


Güneş şehre gösterirken sıcak yüzünü
Gündüzleyin, penceresiz fabrikalarda
Kim ne etsin hevesin bağrında koşmayı?
Çünkü ölüm, kollarından tutup sarstı
Ölüm kendi yıldönümüne ait bir bildirge yayınladı
Komik bulundu bu davranış bir kuyunun dibinde
Ve kahkahalar, katıla katıla sancıdı
Neşesi çalınan bir adam budadı öfkeyi
Oysa ellerindeydi öç ve kudret
Henüz yalpamamış ve dayak yememişti
Bir ağacın dibinde yüzyıl öncesinin muhabbetiyle
Tuzaktı yaşanan;
Yalnız yürüdü tarlaların arasında toprak yollarda
Neşesini kim çalmıştı, ne yapardı onunla?
Anımsadı olan biteni
Olan biteni yadırgadı
Değersiz ve yıpranmıştı
Dallar, budaklar ve köy çeşmesi
Kavruk yüzü toprağın hemşerisiydi
Aç kaldı, behemehal ödün verdi hayatından
Hep didindi bir sevgi yontmaya
Elinde kalmamıştı ömründen
Beyaz gömleğini son kez giyecek
Lahore'un meydanlarından,
Akdeniz’in zeytin ağacı dikili son memleketine değin
Sürecekti hikayesi...

Durmadı;
Küçümsenen elveriş, yıkıcı kabzamda
İniledi sundurmadan düşen tuğla
Babil ellerimden sunaksız
Neydi bir kervan düzmenin nehri?
Kasıklarında kurulan rasathanenin
Yıldırımlar ektiği bir hasadı bekledik
Bir aslan çölde uyuklarken, döngü
Merdivenleri çıplak ayaklarıyla çıkmakta
Koştuğu anlaşılmasın diye atları çözmek
Çin yıllıklarından cin masallarına değin
Süleyman Tapınağı ve Buthunnasir
Sevgilim kalbimin çiçeklerini saksılara diktim
Tuğla rengindeki plastik saksılar
Hatırlatsın sana kedimizin adını
Çırpındıkça bu kerte ömrümün içinde
Ben boğuldum, özür dilerim



Ali Özmen.









17 Mart 2020 Salı

DİMAŞK





Çamurun marifetiyle;
Gök gürültüsü ve yıldırımdan bellendi onun simyası
Şimdi zapturaptlar altında
Çiçek hastalığı, bayırlarda toplanan papatyalar
Kara veba, havalı maskelerden balolar
Ve yıkılan hapishane duvarının rutubetiyle
Öz kardeş olduğunu söylediler
Bendim tüm bu sorumluluğun şiddeti
Kendine ihanet eden herkesin ortak masalı bu
Sancına direnme, susma onu
Dediler;
Elindekini bırakıp bize bakan ölüm
Aslında bu çamurun üstümüzdeki nazarı
Kendi mahpusluğu yetmezmiş gibi
Ellerini de aldılar götürdüler
Bir savaşçıya bundan büyük eziyet ne gerek
Ruh yorgunu ömrün sonunda
Felaketler üst üste geldi
Çünkü ünlenen görmüştü
Bayırlardan sonra gelen şehrin peltek halini
O kadar sert ve mahcuptu ki ellerinin olmayışına
Bir kadını anımsadı
Dünyanın ambalajında bir fark olarak yürürdü
Aniden dolan heyecan olarak geçerdi yanından
Neydi ellerinde şekil alan son hoşça kal?
Neydi bir veda bile edemeyişimdeki anlam?
Yazık
Zeytin tarlasının ortasında tahrası kırık bir çiftçi
Sürüsüne sırtlanlar dadanmış bir çoban
Yazdıklarıyla;
“Oleum Perdidisti”
Yazık ona bakan aynalara
Gitmedi, görmedi, ellerini tutmadı;
Çünkü hiç bir savaş henüz bitmedi
Onun ellerini çalanlar hesabını verecek
Üstüne basılan çamurun marifetiyle
İlk kanın aktığı yere kadar
Yolculuğun kudretine direnecek



Ali Özmen

26 Şubat 2020 Çarşamba

ARIK



Uzandığım topraktan yatağı;
Topla
Ma
Ni
Ol bana.
Acele ettiğim kahvaltılarda
Annem derdi; bırak çay otursun
Hiç beklemediğim bir heykel bu
Alnında pembe çiçeklerden taç
Pembe masalların küstahlığına bakmadan
Oturup siparişimizi bekliyoruz
Bademler çiçek açmış
Sırtı terli bir çocuk bakıyor uzaktan
Kirlenmiş kalplerimize
Ve coğrafyalar direten istikamette
Zülkarneyn doğuya sürüyor atını
Bahanelerden yapılma bir putsa ayrılık
Anımsa ellerini yakan terli çocukluğumu
Bilirsin;
Ağzımda sigara,
Keskin bir bıçak gibi geçtim şehrinden
Evet
Arayıp sormadım,
Dokunsam kanayacaktın.


Delillerin karartıldığı
Zulme uğrayanların
Deli denilerek yaftalandığı
Bu kumpanya ortasında
Sakallarımı yeniden uzatmak istiyorum
Ve şehrin kalabalığında
Muaf bir rüzgar olarak
Bağ evlerinin, köy kapılarının
Alnının ortasından
Kimliğindeki vesikanın buğusuyla
Cebimden çıkardığım kimsesizliği
Hayat suyuna batırılmış bir kolye edasıyla
Geçiriyorum, kopçası ne zor
Memleketten ayrı kalmanın
Sanki on bin bahar eskitti ömrüm
Senden son bir bahar bekliyorum
Alnına pembe çiçeklerden taç
Masamızda İsa'ya iftira eden bir haç
Madem oturduk bu sallanan masada
Birer çay içelim, annem hatırına
Vedamız hatıralarda payanda.


Ali Özmen.

11 Şubat 2020 Salı

EĞRETİ TUTANAK



Sen sahnelerin kalpazan kahkahası
Ruhumdaki kırpıntılardan diktim seni
Yanlış girdiğim sokaklar,
Uzunca beklediğim duraklar
Tüm çabama rağmen başaramadığım ne varsa
İşte seni öyle bir diktim ki
Çocukluğum,
O kadının bedenine uydu birden
Meğer diktiğim mezarıma bir çiçekmiş
Yani sen, güler yüzlü huysuzluk
Yüzündeki boyaların birer savaş hazırlığı olduğunu
Anlatmadan yaklaştın rolüne
Perdeler açıldı,
Mülteci bir sancı saplandı
Çevirdikleri bıçak, kıvırcık saçlı kız çocuğu
Ve artık evimin olmadığını fark ettiğim geç saatler
Kızıl, kıpkızıl bir akşamüstü
Şehri ısıtan sigaramın külü
Uzun bir sabah bekleyişi ayazın bağrında
Ve emek artık kutsal sayılmayan topraklarda
Şu hain piyes, sahte monolog
Anlatacağım her şeyi suç saydılar
Perdeler açıldı bir kez
İnilmezdi ellerin bekleyiş ile kuşattığı kalelerden
Kesilen ormanlar içinde
Halkıma onurlu bir yaşam dilerim!

Bir kente uzun zamandır gelmeyen
Soğuğu getirmekle meşhurum
Hangi yöne gitsem uzuyor zulüm
Tüm bunlara şahit olmaktır
Toprağın terbiyesi ile uğraştığım
Toprağın altında kalacağıma dair
Vaktim kalmıyor bir efsane yontmaya
Ki söylediklerimle büsbütün
Dağların ilmiyle kuşanmış
Yadsınamaz bir sertlikte
Sabahleyin iki sigara içtim
Uçuşan kuş tüyleri alkışlandı
Koşuşan kediler tüm dirayetleriyle
Aniden kapanan perdelerde
Bahsettiğim kırpıntılardan dikilen
Kim bu sahtekar hatip, Allahsız suflör
Halkıma bu naifliği fazla görenlere söverim.



Ali Özmen.

31 Ocak 2020 Cuma

YÜREĞİMDE MARYAM!







Çok büyük bir şeyi ıskalamak gibi
Kökleri gökyüzüne uzayan ağacın gölgesi
Ve yüz yüze kalınca irkilen kadrajın
Kendine hayali masallar umduğu
O şizofren, o sürtünme düzeyi düşük
Kavimler direten çağın uğultusu
Sevgilim, ellerimle ıskalamış olduğumu
Toplumsal baskının arifesinde
Gözlerine isabet edince uyandım
Sözlerin kuşattığı bir adamım artık
Sözleri tutmanın onuruyla yıkılıyorum
Sıvalarım çoktan döküldü
Çatlaklar, kolonlara olan inancını yitirdi
Ve sızıyor içeri göğsüne değen o ışık
İlahi bir sırra vakıf olmuş gibiyim
Mutlu muyum değil miyim?
Bir enkazın ortasında


Iskalamış olduğum;
Ellerinin hayatı dolduran hacmiyle
Bomboş gezegenler arasında
Bir şey bekliyorum sanki
Ama ne?
Bu yolculuğun sonunu mu yoksa
Yoksa ellerinin ellerimi tutup
Çıkaracağını mı suyun yüzüne
Nefes alan, herkesin yüreğiyle tuttuğu
Aklımın buğulu seyriyle sana uzandım
Ey dünyadan ellerime bulaşan
Ruhuma katık gözlerin, yolların merhemi
Kime anlatsam sancıyan hasretini
Cüzdanımda sakladığım fotoğrafın
Ne vakit baksam çocukluğumun bitişi...




Ali Özmen.

26 Ocak 2020 Pazar

GÖĞE SIVANAN ALAŞIM



Alışacaktık,
Yaşamın boynumuzdan öptüğü ürpertiye
Yelkenleri yakılan kadırgalara
Günaşırı bizi takip eden yenilgiye
Sürekli aklımıza damlayan gökyüzüne
Ve süreklilik bizi türlü tahrikle
Kaygısız bir alaşıma döndürünceye dek
Alışacaktık.

Küçük bir çoban;
Binlerce yıllık hikayeyi dizginliyor
Önünde koyunların sosyolojisi
Yakılacak ateşler, düşülecek kuyular
Ve girilecek mağaralar hazır bekliyor
Bir yıldız parlıyor
Şehirlerin ışıktan bunalmadığı o zamanlar
Göğe bakan her çocuk biliyor o yıldızı
Evleri ve salonları basmamış parlak yalanlar
Bir masal anlatılır yolculuk hakkında
Ve bir masal daha
Masalcılar gelir köye
Güzel masallara ödenir elmalar ve türlü katıklar
İnsanların gidemediği yerler vardır aklında
Gittiği yerlerin acziyetiyle kıvranır
Usturayla kazınmıştır seyrek saçlı bir sonbaharın
Sarı renkli yelesi
Budanmıştır öfke ve böylece
Dünya aslında başka bir yer
Görmüyoruz marangozun talanını
Ve demircinin çivileriyle çakılan
Saçılan, zulüm ormanını
Derin bir uçuruma sürükledi onu aymazlığı
Düşecek olan kimdir?
Küçük çoban o koca yıldızdan başka ne bilir?





Ali Özmen.