29 Eylül 2016 Perşembe

TİMSHEL II



Nar çiçeğim,

  Havanın tadını alabiliyorum ve soğuğun beni kavradığını hissediyorum, ruhuma varıncaya dek. Bu aylarda kutsal bir şeylerin elimden tuttuğu gibi naif düşüncelere sahibim, acılarımdan bile memnun olabiliyorum. Çok iyi ve gerçekçi resimler çizebilecekken sürreel çalışmalar yapan bir ressam gibi anlaşılamadığımdan yakınıyorum bazen ama inatla o gerçekçi resimleri yapmıyorum. Bilmiyorum belki de artık yapamıyorumdur. Bir haftaya yakın geçti, hala bir çamaşır makinesi bakamadım. Dertler, dersler ve Eylül'ün son demleriyle meşgulum. Biliyor musun iki kitabımı da bitirdim. Bazen utanıyorum, bazen de anlatmak istiyorum bir şiiri bir kaç bin manzaradan. O kadar sakinim ki ben hariç herkesin siniri bozuluyor, biliyorum. Ama iç organlarım dahi birer kitap yazabilecek bilince gelmiş gibiyken yaşananları, bozulan bir kaç milyar plaktan çıkan sesler gibi dinliyorum. Mesela kalbim, çok daha farklı bir kitap yazmak istiyormuş da benden izin alamıyormuş gibi gergin ya da akciğerlerim yeteri kadar derin olmadığım konusunda beni yerip duruyor. Kahrolası uykuyla olan problemimi aşmakta zorlanıyorum. Hala sabahın 5.09'unda açmıyorsan yapraklarını ve Güneşi bekliyorsan hala, bekleme. Çünkü Güneşin gezegenimize ihanet edeceği günler çok yakın.

  Yüzlerimiz, hasatlar, kurşunlar ve anneler bazen elimizden gelmiyor. Bulaşık yıkamak hiç bir zaman elimden gelmiyor. Sevmiyorum. Mevsimin yaklaştıkça birbirimizi daha iyi anlıyor olacağız. Sana biraz da Nif Dağı'ndan bahsetmek isterim. Dedelerimin ve babamın çocukluğunun geçtiği, çok şey kaybedip çok şey kazandığımız anlamı Antik Yunan'da "gelin" olan ve hiç bir zaman doruğuna çıkamadığım, eteklerinde kiraz ağaçlarının olduğu mağrur bir dağ. İşte tam burada ve dağ hakkında söylediğim her şeyi unut, vedalar coğrafyayı kapsamaz bazen.


   İşte böyle benim nar çiçeğim, sahilden uzaklaştıkça sanki aklımızı saran bir küf, ekmeğimizi böleceğimiz insan azaldıkça daha da fakirleşiyormuşuz gibi bir his. Yaralarından utanmamalısın. Bir gün gelip senin ağacının dallarından birine bir başka meyveyi aşılamak isteseler bile günün ilk ışığına selamını kesme. Havanın tadını al ve soğuğun seni kavradığını hisset ruhuna varıncaya dek. Ve yaşa güzel kırmızı bir nar oluncaya...


Ali Özmen.

25 Eylül 2016 Pazar

TİMSHEL




Merhaba benim nar çiçeğim,

  Doğduğum günden bu yana sana yazamadım, kusura bakma. Bilirsin bir kere insan olmayagör, yakanı bırakmıyor hiç bir şey, ya insanlığından oluyorsun ya da hayatından bir süre sonra. Bunlar konuşulacak şeyler değil artık, bir kaç dal sigaram kaldı ve saat sabahın altısı. Hava karanlık ve günden güne soğuyan bir Eylül ayını, bozkırın ortasında yeni taşındığım bir ev ile selamladım. Bir çamaşır makinem bile yok şimdilik. Bu saatler hep buz keser ve bilmezsin, iyi yemek yapmama rağmen yalnız yemek yemeyi sevmem. Dur biraz bunları anlatmayacaktım. Hala kırgın ve bunu tebessümleriyle gizleyen bir çocuk olarak koşuyorum yaşam denilen caddenin tam ortasından. Halep bombalanıyor. Hissediyorsun acımı, kalbimi kıran anları ve suskunluğumu hissediyorsun biliyorum. Bir kaç galaksi eskitmiş gibi hissediyorum bende kendimi bazı zamanlar. Ne kadar uzun yol yapılabilir ki yirmili yaşlarda bir insan? Bir kaç yüz bin ışık yılı belki, gözlerinin ardından geçen zaman. Ama çok tuhaf hala tüm çıkmazlarını bildiğim sokaklar gibi samimi bir bakışın var orada bir yerlerde. Sakallarım uzadı, upuzun. Uykusuzum yine ve tutmuyor beni ellerin gibi hiç bir düzen. Gülüşün vardı kocaman, aynalara sığmazdı. Eksik kahvaltıların içilmeyen çayları ve bozulan Dünya'nın çocuklara yaptığı zulümleri dert ettim en çok. Aynı noktada, aynı yerde, aynı coğrafyada buluşamadığımız ne de çok şey vardı oysa.

  Yaşam denilen huduttayız; kraterler ve rutubetli odaların arasında bir yerlerde sonbaharı yeniden yaşamak için, bir şiir eksik ölmemek için, midemiz kaldırsın diye tüm bu yanlışları, Halep'ten hiç konuşmamak için buradayız. Hava aydınlanıyor benim nar çiçeğim, zamanımız az ve bu sonsuz mektubu yazmak için yeteri kadar elim yok. Annemi özleyeceğim günleri sevmiyorum. Çünkü kafam karışıyor, bedenim bir kaç parçaya bölünecek gibi oluyor durduk yere bir yerlerde. Çünkü Halep'te her gün çocuklar ölüyor ve kimse bundan bahsetmiyor.


  Keskin bir bıçak gibiyim. Önce kendimi paramparça ettim. Ardından bana dokunan herkesi. Sonra oturdum bir şamanın dansına ağladım ve hala uyanmadım, bozkırın ortasındayım. Sahi saçların vardı, bir şehre girsen herkes yeni bir iklim sanırdı onları. Saçların gerçekti, eminim. Bazen bir alkış kopacak ve ben selam verip sahneden ineceğim gibi geliyor. Kırmızı perdenin bu kadar gecikmesinin sebep olduğu tüm acılarım, dertlerim ve kırgınlıklarım aslında teknik bir hatadan fazlası değilmiş gibi yağmur yağıyor. Bugün daha fazla uzun cümle kurmayacağım. Bu sana yazdığım ilk mektubum ve onu şehirden ve kalabalıktan uzak bir yerlerde okuyor olman dileğiyle...

21 Eylül 2016 Çarşamba

GELMİŞTİM



Seni yalnız görmek ne hoş,
Seni görmek sokağın birinde
Balinalar uçuşurken aklımın içinde
Sahneden inip sana sarılmak
"Uzak bir denizde erirken
Ne aşk
Ne ayrılık"
Bana bakamaman ne hoş


Adı konulamıyor bazı sancıların
Teşhisi zor olan hastalıklar gibi
Belki de öyle
Hepsine baktım, hepsine
Bir tek ihanetin çiçeği yok;
Söylesene nasıl plastikleştin?

Bir gün Nisan bir gün Mayıs
Islak duvarların dahi ardındayız
Dilim varmıyor
Büyük kırmızı perdenin kapandığına
Oyunun bittiğine
Boynunun sonunun geldiğine
Parkları kusasım var
Dünyada elele tutuşulan bütün parkları
Velhasıl söylemiştim
Bir park var ki;
"Dünya'daki bütün parkların yarısı!"
Demiştim.

Ne yapalım?
Koşumlarından usanan
Yorgun atlarız
Ayrılığımızı özgürlüğümüz bildik
Özgürlüğümüzden de usandık
Ne yapalım?



aliözmen.