31 Ekim 2017 Salı

GECE ATLAYIŞI




GECE ATLAYIŞI


O kadar çok şey oldubitti ve o kadar uzaktı ki herhangi bir yerleşim, söze ateş yakarak başlamak gerekiyordu. Tuhaf, ben daha önce konuya ateş yakarak giren tek bir kişi bile görmemiştim. Üstelik onu da bir kez görmüştüm ve öleceği günü bile kurgulayan ben, her şeyimle eksik kalmıştım. Ani ve kusursuz sortilerle yeryüzüne inen, inanması güç ilahi bir sonbahar kalacaktı damağımızda, bu aşikârdı. Çakmağımı bile atmıştım. Sigarayı bırakmış, biraz da kilo almıştım. Sonra birden bıraktım ben de kendimi. Uzun bir gece atlayışı olacak;


-Üç bin metredeyiz. Düşüyoruz ve sen konuya hala giremedin.


O çok güzeldi ve ben çok çocuktum. İşte böyle başladı her şey. Yirmi bir yıldır onu özlüyordum ve bundan haberi yok gibiydi. Aslında ona söylemişler de, o bunu susmak istiyordu yani öyle hissediyordum. İşte bu koca şehir hiç bu kadar küçük gelmemişti gözüme, gitmeliydim. Uzunca bir dönem topladım kendimi, kusursuz bir gidiş olmalıydı bu ve her geldiğimde misafir gibi hissetmeliydim kendimi büyüdüğüm şehirde. Bok varmış gibi herkese gideceğimden bahsediyordum. Herkesin bir tuzu olmalı diye düşünüyordum bu şehirden nefret etmemde. Olmalıydı. İyi değildi belki ama kesinlikle yerinde bir plandı bu, bazı sabahlar. Yoksa bir insan nasıl susabilir bunca kavgayı, bunca şiiri?


-Açılmama olasılığı var mı bunun diye soracaktım ama konuşmuştuk yedeği var.


Hadi biraz daha bırak kendini gökyüzüne biraz daha sök içindekileri. İşte kendime hep böyle diyordum gökyüzüne bakıp. Şimdi o baktığım gökyüzündeyim. Sonra öyle bir şey oldu ki kutsal kitaplarda anlatılmış olmalıydı mutlaka. O geldi. Ben hazırlanıp gidiyordum. O öyle bir geldi ki elimde bir bavula sığdırabileceğim kadar yaşanmışlık biraz da anne duasından başka bir şey yoktu. Durup düşündüm. Tanrı yazdığım şiirleri mi beğenmişti yoksa daha iyilerini yazabilirsin mi diyordu bana? Ne olursa olsun gelmişti. Gitmem gerekiyordu dediğinde anlamıştım sonsuza dek benimle kalabilecek cümleler kuracaktı az sonra. Ben söylediği her şeye inanacaktım. Öylesine güzel bir Ağustos bitimiydi ki Turgut abi, görmeliydin.


-Peki ya yedeği de açılmazsa?


Uzun olacak demiştim. Serbest düşüşten kastettiğimiz ne varsa oluyordu ve bir sürpriz yapmaya ilk o an karar vermiştim. O kadar eğreti bir yaz yaşamıştım ki, o güne dek yaşananların en saçmasıydı. Çok az yüzmüş, yüzümü ne de az güneşe dönmüştüm. Ayrılıktan saydığım çok komik masallara inanmıştım. Böyle olmamalıydı diye düşünüp dururken önceden giden herkesi telefonla arayıp teşekkür etmek için son birkaç dakikam vardı. Evet, bu planladığımız gibi bitecek bir atlayış olmayacak. Üstelik nereye düştüğünden habersiz bir adam, sevdiği kadının gülüşünü işte bu sonsuz atlayışla açıklayabilir. Ve Tanrı’yı kandıracak kadar küçük düşmediysek hala bunun tek bahanesi bir açıklama olamazdı. Bu bir veda da olamazdı çünkü o kadar çok şey vardı ki bizi bekleyen. Güzel günlerden bahsetmeyeceğim bile.


-Peki, bunu çekmesek gerçekten paraşüt açılmaz mı?


Beni anlamanızı beklemiyorum. Gelmişti ve sonsuza dek geldiğiyle kalsın istiyordum. Bu her şeyden önce planlanmış bir atlayıştı ve inanın mükemmel hissediyordum. Diğerlerine tebessüm ederek bakarken onunla konuşabildiğim dakikaların bitiminde bir Müslüm Gürses şarkısı olmamın başka bir açıklaması olamazdı. Arabesk bir şarkı olursam beni sevmez diye düşündüğüm güzel bir sonbahar başlangıcıydı, beni görmeliydin Turgut abi, sonsuz bir atlayıştı. Paraşütlerim her ne hikmetse açılmadı ben yere çakıldım.





-Bakmakla kaldığın tüm manzaralardan atladım, artık beni anlayamazsın.



Yayınlanmayanlar- 27 Ağustos 2013

Ali Özmen.

BAB-I ESRAR





Karanlık odanın dibindeki gri sis
Kendi çabasıyla sönen bir sigaranın
Kim bilir, içindeki tütünün belki topraktır umudu
Çevrilen bir numara, bir otobüs, bir düşüş
Senden haber alamayışımdaki tensiz trip
Bukowski'nin bir kadının güzel ellerinde hissettiği
Çocukluğu,
Aynı masala şehrim yetmiyor, devrim uzak
Eğrilen kokun; soğuk duvar sırtımı okşayan
Ruhumdan aşağı inen bir patika
Bab-ı esrar, şekeri düşüren bir bilmeceden
Daha fazla
Haddini aşan bir sümbül sesi
Bir pencere bayramında!






Ali Özmen.



Mahsun'a


"7 Nisan 2014'te yazılıp, yayınlanmayanlar arasındadır."

29 Ekim 2017 Pazar

CANTABILE, REQUIEM



Herkesin bildiği asla kutsal kitaplarda aramadığı
Yaprakları savuran rüzgârın adıyla tutan sanrı
Delirerek tutuşan rahvan atın adımlarıyla
Çukur, sığ derinliğinden utanacak
Hep “söylemiştim” diye sessizce
Kızıl gün doğuyordu muallâk bir hezeyana
Bulutların ulaşacağı yerler çoktan belliydi
Sigarasını ocaktan yakacağını biliyordum mesela
Bir kadının tam da bu saatlerde mutfakta

Velhasıl böyle olmayacak olsa şiir kurulmazdı vakte
Rüzgâr sokak aralarındaki debisini düşürür
At daha yola çıkmadan huzursuzlanırdı şehre
Bir çiçek, bir çiçek daha bahçeden sökülür
Bahçıvan söylenir;
“Saksıların sirklerden ne farkı var?”

Zamanın bordasında toplayıp herkesi
Okyanusların renksiz olduğundan bahsettim
Aynı günün dönümünde, kutsal kitaplar okudum
Sevgili Lou, seni aradığım hiçbir yerde bulamadım
Bu yolculuk her zaman olduğu gibi
Bir atın dizginleriyle alakalı
Herkesin bildiği asla kutsal kitaplarda aramadığı


Ali Özmen.



“Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok. 
O halde üzülecek ne var?”


Epikuros



15 Ekim 2017 Pazar

LETHE




Yolu, bir su birikintisiyle dişleri olmayan bir adamdan
dinledim,
Ayakkabılarım çamur!
"Sırtımdan vurulduğum kadar varmış" dedim olan bitene
Bu bakışınla bir şehri daha geride bırakırdın
Yine bir çatışmanın ortasında seninle ben vardım
Kadraj ağır gelir ruhumdaki sonbahara
Tam anlatamayacağım
Sen yoktun aslında ben vardım
Bir zamanlar seninle birlikte olduğum kadar vardım
Benim olduğum yerde varlığından emin olduğum bir rüzgar esti
Sen yani, stabil sert bir rüzgar ve kollarım
Rüzgara karşı kollarımı açtım ve durdum
Sarılmak istedim sana, rüzgar çok sertti
Hep birlikle gidelim dediğin yerlerdeydim bir zaman
Gülüp eğlendiğin, gülüp eğlenmedim
Uyanmışsın sanki sirkteki komik aynalara
Bu her zaman olacak çünkü
Ulaşmaya çalışan yorulur, Lethe Irmağına

Mutluyken yanakların Kosmos, ölü ya da diri
Bir ucundan bir uca sinen ve içime sinen
Rüzgara karşı dur bir gün, bir gün daha dur
Anlatacağım ne çok şey var sana, susacağım
Susacağım ne çok şey var sana, ağlatmak istemem
Kril alfabesiyle üşüyordum
İki kumru ölmüş karşı apartman boşluğunda
Kayda değer tek şey Macit'ti ve intihar etmişti
Şiir kadının boynunda bitmek istiyordu
Coğrafya buna yetmiyordu.
Herkes önce bi düzgün üzülse keşke
Çünkü otelde artık hiç yer yok!
Beni o ırmağın başında bekle.

Ali Özmen.