19 Mart 2020 Perşembe

KIRIK DİŞ


Güneş şehre gösterirken sıcak yüzünü
Gündüzleyin, penceresiz fabrikalarda
Kim ne etsin hevesin bağrında koşmayı?
Çünkü ölüm, kollarından tutup sarstı
Ölüm kendi yıldönümüne ait bir bildirge yayınladı
Komik bulundu bu davranış bir kuyunun dibinde
Ve kahkahalar, katıla katıla sancıdı
Neşesi çalınan bir adam budadı öfkeyi
Oysa ellerindeydi öç ve kudret
Henüz yalpamamış ve dayak yememişti
Bir ağacın dibinde yüzyıl öncesinin muhabbetiyle
Tuzaktı yaşanan;
Yalnız yürüdü tarlaların arasında toprak yollarda
Neşesini kim çalmıştı, ne yapardı onunla?
Anımsadı olan biteni
Olan biteni yadırgadı
Değersiz ve yıpranmıştı
Dallar, budaklar ve köy çeşmesi
Kavruk yüzü toprağın hemşerisiydi
Aç kaldı, behemehal ödün verdi hayatından
Hep didindi bir sevgi yontmaya
Elinde kalmamıştı ömründen
Beyaz gömleğini son kez giyecek
Lahore'un meydanlarından,
Akdeniz’in zeytin ağacı dikili son memleketine değin
Sürecekti hikayesi...

Durmadı;
Küçümsenen elveriş, yıkıcı kabzamda
İniledi sundurmadan düşen tuğla
Babil ellerimden sunaksız
Neydi bir kervan düzmenin nehri?
Kasıklarında kurulan rasathanenin
Yıldırımlar ektiği bir hasadı bekledik
Bir aslan çölde uyuklarken, döngü
Merdivenleri çıplak ayaklarıyla çıkmakta
Koştuğu anlaşılmasın diye atları çözmek
Çin yıllıklarından cin masallarına değin
Süleyman Tapınağı ve Buthunnasir
Sevgilim kalbimin çiçeklerini saksılara diktim
Tuğla rengindeki plastik saksılar
Hatırlatsın sana kedimizin adını
Çırpındıkça bu kerte ömrümün içinde
Ben boğuldum, özür dilerim



Ali Özmen.









17 Mart 2020 Salı

DİMAŞK





Çamurun marifetiyle;
Gök gürültüsü ve yıldırımdan bellendi onun simyası
Şimdi zapturaptlar altında
Çiçek hastalığı, bayırlarda toplanan papatyalar
Kara veba, havalı maskelerden balolar
Ve yıkılan hapishane duvarının rutubetiyle
Öz kardeş olduğunu söylediler
Bendim tüm bu sorumluluğun şiddeti
Kendine ihanet eden herkesin ortak masalı bu
Sancına direnme, susma onu
Dediler;
Elindekini bırakıp bize bakan ölüm
Aslında bu çamurun üstümüzdeki nazarı
Kendi mahpusluğu yetmezmiş gibi
Ellerini de aldılar götürdüler
Bir savaşçıya bundan büyük eziyet ne gerek
Ruh yorgunu ömrün sonunda
Felaketler üst üste geldi
Çünkü ünlenen görmüştü
Bayırlardan sonra gelen şehrin peltek halini
O kadar sert ve mahcuptu ki ellerinin olmayışına
Bir kadını anımsadı
Dünyanın ambalajında bir fark olarak yürürdü
Aniden dolan heyecan olarak geçerdi yanından
Neydi ellerinde şekil alan son hoşça kal?
Neydi bir veda bile edemeyişimdeki anlam?
Yazık
Zeytin tarlasının ortasında tahrası kırık bir çiftçi
Sürüsüne sırtlanlar dadanmış bir çoban
Yazdıklarıyla;
“Oleum Perdidisti”
Yazık ona bakan aynalara
Gitmedi, görmedi, ellerini tutmadı;
Çünkü hiç bir savaş henüz bitmedi
Onun ellerini çalanlar hesabını verecek
Üstüne basılan çamurun marifetiyle
İlk kanın aktığı yere kadar
Yolculuğun kudretine direnecek



Ali Özmen