25 Aralık 2017 Pazartesi

KISKAÇ





Her yer toz dumandı
Emek ve ekmek vardı teninin kokusunda
Yere düşüp kırılan her şey gibi
Feryat etmek
Taziye için alınan eşyalar dokundu
Ölmeden önce yaşamayı unuttum
Sonra köşe bucak bir temizlik
Uzun bir tren yolculuğunda
Kondüktör gürültüye engel olamadı
Kırıldım yine kırgınlığıma
Biraz su biraz ışık ve beyaz bir memleket
Pencereden akıp giden ben miyim?

Çatılarda beklenilen
Yersiz söylenilen hep
Önce kızılan sonra kederle gözlenen
Birkaç parçamı bırakacağımı biliyordum
Bin parçaya bölünmüşken
Anlaşılamaz hüznümün saçakları
Belki de böyle değildi belki de
Gecenin uzunluğunda uzandım
Uyku bastı perdeleri ama evde yoktum sanki
Nasıl uyarmadılar nasıl
Söylediler, söylediler

Öyle olmadığını bilmiyorlar mıydı?

13 Aralık 2017 Çarşamba

OKYANUSLARIN CİNSİYETİ



Sırtımda bir çuval
Çuvalın içindeki ben
Buz kırıyorum donmak için içimde
Soğuk yakıyor, kar hep beyaz değil
Zehrin iyi olduğu günler gelir
Sen mi ben mi?
Kırk kulaç daha
Kendimi mi avlıyorum
Avluyu mu ağlıyorum
Çarmıh denize diklemesine
Şunu düzgün yemlesene
Ne anladıysam o kırk çuval, 
Korku, olta ve bahtsızlık


Bir şeyler var olduğu gibi
Fısıltı mı sandın yoksa
Kuşun iki ayağını işaret parmağı ile orta parmak arasında tutarak ters mi?
Şimdi ben buyum
İsa da orada
Hepsi bu yüzden mi yani?
Az parayla çok laf benim memleketim
Bana kahve bana doğu ve batı
Söyledim işte sonunda
-Ne diyorsunuz?

Yol boyunca bin parça şimdiden yarısı
Sanki benden kopuyor
Haklı olmak çok çamur
Uyanamadan önce ve sonra
Hep dedim işte söyledim
Terslik var bu işte
Ah benim arbelet yanım
Yüzükoyun arkası sükut

Sanki son bin bahar daha yaşayacağı pruva
Hasbam!
Kutuyu açma kuyu seni bana taşır
Aktardığım gibi işte aynı böyle
Pek destansı değil
Bağzı olmadı da hiç olmadı mı dedim?
Ölecek olsan öldürür müsün?
Çünkü çok sordum
Zorluyorum biliyorum
Bir imge olsun diye değil

Mezar kazdım bir zamandı
İçine gireceğimi umuyordum
Kayganlık kafiye ile ilgili olabilir
Unutulmak umutvar olmak kadar tehlikeliydi
Çünkü gergedan
Ve kürkü için bir plankton
Velhasıl söyledim işte
Anlamak yanmaktır bu dehlizde

İtaat, ucunu bağla, ipi ite at
Delir diye umduğunuz kadar varmış
Ama giden gelir mi?
Gelse kahvaltı
Deldi işte!
Duvarı bir vesika için
Ömrümden anlatılmayacak olanları
Günü dün eden çok
Bilerek susuyorsun
Ağlattın işte sözlerinlen
Sırtımda bir çuval
Çuvalın içinde ben
Ateş sönecek biliyorsun

-Elhamdülillah.




Ali Özmen.

12 Aralık 2017 Salı

MEYİL




+yeniden ger yayı
kapaktan kurtuldum
gerildim saplanmadan zamana
yolları sildim
tenine sindiğim günler
siyah
köz olmanın verdiği iz
kaçışır av
çünkü olmadan önce kav
hiç gelmedim


iyi belle
hayatımı kusuyorum sabır derken
sigaralar bitiyor
günler tekrara düşüyor
hiç olmadık yerden bir daha
kalabalık uğultu
Sustum sanıyorlar
bıçak gibi kesen yoğunluk
konuşmaya konuşmaya
vasat şiirlerim gibi değil içimdeki
bir dirayet hali
uyuyamıyorum
uyusam, uyanamıyorum
-bırak


çok özledim.




Ali Özmen.

11 Aralık 2017 Pazartesi

MEÇ



Sabahın doğru açısına denk düşsen
Akşam saat seni eve bıraktığım
Hatıramda
Kaskatı soğuk ve sabah ezanı yalnız
Kibir sokakta kol geziyor
Herkes saklanıyor sanki
Pencerede tül perde
Kedim dışarıyı gözetliyor
Nöbet nöbet
Sen çok küçük bir galaksi
Bazen tek bir gül
Zamanı bölebilen boynun
Kalbinde daim çocukluğun
Hadi ben alışamadım
Kafama esti çıktım gittim
Bir çoğuna selamı dahi esirgedim
Dünya'nın ekseniyle meşgul oldum
Kaybetmeyi farklı dillerde öğrendim
Bir süre kendimi
Yeniden denemeye ikna ettim
Pekala


-Siz nereye gittiniz?







Ali Özmen.




4 Aralık 2017 Pazartesi

TAVIR



Yerçekimi çürüdükçe kısaldı menzil
Yenildim,
Kolları uzun bir hırkanın kollarında
Soğuk getirsin diye benden yüklü bulutları
Ve
Örtsün diye
Beyaz örtüsünü bir zaman üzüntümün üzerine
İlk tanıştığım anda
Teni parlak, sesi bu yokuşa aldırmayan
Manzarası yeniden kavuşmaktan az öncesi
Sağanak sağanak kayboluşlar ülkesi
"Kalbi rafid yesma'k"
Yazdıklarım ön sözü

Seninle el ele tutuşmak
İzafiyet ve acziyet
Affet

Sevginin zamanı aştığı
Aşkın savaşa ulaştığı
Her yerin hemşehrisiyim
Affet.



Ali Özmen.

26 Kasım 2017 Pazar

EPOCH



bin tane mevzu oldu
içinden çıkamadım
bir süre sağlığımdan bile şüpheliydim sessizce
sağ mıydım?
Olanlar bitenler aynı döngüye sardı
kırılmam sanıyordum kırgınlık oldu adım
ciğerimde közle gezdim sanki sokaklarda
geç kalmışlıklar spontane
erken denilenin görecesiyle uğraştım bir süre
sokaktan falan koptum
sonra şiir diye yazdıklarım beni kendimle ters düşürdü
herkesin koştuğu istikamette haşyetle koştum
içmesen olmaz mı? dediklerinden
senin suçun diye baktıklarına
hani sağlam bir midem olmasa
hepsinin ortasında kusmaktı derdim


geçiyor zaman değişiyor ufak tefek şeyler
mesela
midem kaldırmıyor artık
ben
hep kırılsın diye baktıkları
sizden değil kendimden korkuyorum
bunları söylemek için mi sürünerek buralara geldim?
-hayır
çölde devenin diken yerken kendi kanını içtiği gibi
muğlak bir mevsimin kondüktörü olarak
mahallenin piçlerini hep olumlu yönde kayırmak fikriyle
geldim
gitmekle gelmenin önemli olduğu
tüm durumları ihtiva eder gibi
sabahın körüne ve kaybediyor oluşumuza aldırmadan
bin tane mevzunun içinden çıkamayıp
bir tek sana geldim.



Ali Özmen.

24 Kasım 2017 Cuma

HASAT




Boynum sesine çeyrek kala öptüğünle
Gün doğuyor perdesiz pencerelerime
Ufuktan perdeler diktim ellerimle
Köyün meydanı boş ve günlerden Salı
Artık şafak bile tutabiliyor insanı


Kırışık bir yüz kasketinin rengiyle müsemma
Ağlak mevsimleri bayındırlıyor velhasıl âmâ
Tebessümü yorgun belli çok direnmiş zamana
Hep bir yerlerde hüzün vardır belki yanıbaşında
Toprak kurak, bulutlar yüklü, karanlık zifiri


Salyangoz toplayan bir çocuğun masalı bu
İnanın tek farkı;
Mayın toplayan çocuklardan daha az ölümle karşılaşması
Ateşi yakması ve karnını doyurmak için tuzak kurması
Ve günün birinde bir aşk bulması habersizce


Boynum sesine çeyrek kala öptüğünle
Korkular ve şehvetin yeşermesiyle
Seni sustum diye sabah ayazında
Hasat edilen benim, hasat edilen benim
Köyün meydanı boş ve günlerden Salı

Yaşamak yavaş yavaş yok ediyor insanı



Ali Özmen.

15 Kasım 2017 Çarşamba

KLİŞE; MALİGN


4 Temmuz 2013


Marla'ya;


  Marla, beni susabilen tek varlıktı yeryüzünde, gözyaşlarıma hüküm giydiren bakışları vardı, üstelik sevişirken hala çok yırtıcıydı. Benim onsuz yaşadığım ayrılıklara sahip çıkabilecek kadar, âşıktı bana, benimle birlikte ağladığı geceler onun tek acısı bendim. İşte böyle böyle alıştık birbirimize birden, her köşe başında kaybolabileceğim sokakları arar oldum, onunla birlikte. Biliyorum, onu hiçbir zaman sevemeyeceğim çünkü aşk talan edilmek ister benim topraklarımda, yağmalanıp sessizliğin ortasında yeniden kurulana dek şehirler, unutamamaktan geçer yangınları. Çünkü aşk Marla’nın gözlerinden çok daha önce zuhur etti bilincime çünkü Marla bu dünyadaki en masum orospuydu. Ellerini saksıya dikmek istedim bir gün, çok sarhoştum. Yetişeceğine inandığım ayrılık çiçeğinin tohumlarıydı çünkü elleri. Marla’ya anlattım bunu, hiç düşünmeden bileklerini kesecek oldu, kanıma karışan gözlerinde patladı gece, durdum öylece. Birden tuttum ellerini bileklerime yasladım, kanımı görmesini istiyordum. Mavi bir sıvının oksijenle birleştiğinde kırmızı olabileceğini anlaması gerekiyordu. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını kalp atışlarına ikna etmem gerekiyordu. Bu benim son şansımdı.

  Yeryüzündeki son ilahi hile gibiydi küçük aklım. Anlamlandırdığım her şeyin ortasında beni ağlayan, ağladığını sanan sevginin gözyaşlarını hiç görmediği için umutlarını hala yitirmeyen güzel bir kadındı Marla. Ki onun ruhu bir sigara dumanında hala. Uzun cümlelerimin de sorumlusuydu. Saçlarını toplamayı bile beceremiyordu, sarılmaya her seferinde tereddüt ettiğim gamzeli belinde, çok kez unutmuştum kim olduğumu. Durun, bunlardan bahsetmeyecektim. Bir saksı bitkisi olabileceğine inanmak istemiyordum onun, değildi çünkü. Ancak o kadar çok sevmişti ki beni, inanmıştı penceremde bir saksıda yaşayabileceğine. Sarhoşken ben de inanıyordum üstelik. Korkak bir adam olma kariyerimin başladığı noktadır işte bu anlattığım. Ki çok anlamda ortalamanın üzerinde bir adamdım ondan önce, hala ortasındaysam kustuğum meydanların bunun geç kalmışlığı; yeni öğrendiğim başka bir lisan gibi eğretiydi, dilimde. Git gide kısalan cümlelerimin arasında birkaç replik bile edemiyorduk artık. O kadar korkuyordum ki ona âşık olmaktan bazı geceler, büyüdüğüm şehirden vazgeçiyordum bazen. Gidebileceğim ne de az yer kalmış ben büyümeye çalışırken.

  Şimdi bu elinizde olan, bir kitabın önsözünden fazlası değil sizler için ancak bu bahsettiklerim hayatımın önsözüne tekabül ediyor, önemsemeyin. Unuttuğum herkesin adı var Marla’nın saçlarında bana hala öyle geliyor. Unutamadığım kim varsa, ruhları bir nebze olsun Marla’nın günahlarında. Sevdiği adamın yanında sessizce ağlayan bir orospudan çok fazla şey öğrenen şımarık bir piç kurusu değilsem hala; Marla’nın inandığı fallar, masallar ve aşkına olan sadakatinden fazlası değilim. “Susmak ne kazandırır ki?” der bana Marla; “konuştuğunu anlayacak bir adam lazım karşında.” İşte her seferinde beni övüyor mu yoksa laf mı sokuyor diye düşündüğüm birkaç cümleden öteye gidemeyen yarı platonik, kısmen kült, ucuz bir aşk hikâyesi; Bazen insanlar unutamadıkları için unutulur.

Öyle değil mi Marla?



Ali Özmen.

FALLING

  


21 Haziran 2011


Marla'ya;


 Yanarken renk değiştirme sanatını icra ediyordu, Marla. Sigarası üşüyordu dudaklarında. Yanında kaybolan bir adamın kanına girmekten de utanmıyordu. Aslında o da çok iyi biliyordu. Sigara, bir kere öleni bir daha öldürmüyordu… Bana inat kibrit kullanıyordu Marla. Yanan kısmı siyah, ateşi kırmızı…
Dumanı üflüyordu halka halka ve benim üzerimden geçiyordu nefesi. Onlardan bir tanesi boynuma halat olsun isterdim. Marla’nın nefesi bir katilin ölmek isteyeceği bir yerdi. Öldük bir kere yeniden doğmak zorundayız. Yeniden ölmek ve yeniden doğmak, devam…

   Marla sen, zamanın elinden tuttuğu bir kadınsın, ölüme değil öldürmeye yakınsın. Yaşlanmayı geçtim, akıllanmazsın. Ağaçlı yolun kaldırımlarını hatırla, içine sinen o kokuyu. Sonbaharın, okumaktan usandığımız şiirlerinde, kaybolduğumuz bir gazeli hatırla. Üzerine bastığında çıkan ses, belki de buradan geçmiş bir insanın hayatı boyunca yankılanan tüm seslerinden daha anlamlı… Ve nefesini tut Marla, ölmekten bahsetmiyorum. Nefesini tutarken beni hatırla. Belki de zaman bizim anladığımız kadar büyük bir orospu çocuğu değildir. Belki insafa gelir de ikimize yeni bir geçmiş verir…

En olmadı, her şeyin göreceli olduğundan falan bahsederiz…
Sevişmeyi geçtim.

Sigarayı uzat…



Ali Özmen.


14 Kasım 2017 Salı

ZAN



Sigaram kırık tedirginlik boyu
Zan altında ahım biletim gibi
Sol bileğinde bir beni
Deliriyor
Sayfiyeler çoktan suskunluğa durdu
Mevsimleri var eden sadece sayılar bildik
Bir zaman ki çoktuk bir eksildik
Eğreti bir trabzan ve eğrilen zaman
Camlarında kuşlar var sandı bir an
Uyandı ve uyandır silsilesine asrın
Gafil!
Bu dağlarda çok avlandı.


Sigaram kırık satanı da yok yolu boyu
Aynı yerde duruyor ve aynı yerden geliyor
Rahvan sürüyor ömrünü mevsiminde
Ama
Mevsimlere inanmıyor
Uykunun kenarlarını yakmayı çok seviyor
Bir iç çekiş
Ciğerleri yanık gibi hissediyor
Sigarayı bırakmak istiyor
Sigara onu bırakmıyor



Ali Özmen.

6 Kasım 2017 Pazartesi

GECE GÖRÜŞÜ



Uyanın kayboluyorsunuz
Ay çoktan kaybetti
Gece soğuk
İçimde ve dışımda duman
Sisler içinde bir sandal var uzanan
Nefesimi görebiliyorum
Koca binayı saklamışken tan
Mor bulutların cansuyu
Direnmiş ve demlenmiş
Söyleyecek bir şeyi olsun istemiş
Sahabe ve soğuk irkiliyorum
Buradan bir çıkış olmalı
Karanlığın dönüp duran yolları
Bardakta soğuyan kahve
Ve kuruyan dudakların
Ne olacaksa hemen olsun
İşte bu maraz
Yüzünü benden alıp
Bir maske yönüne ilave ederken
Sabaha sanki bir ömür daha var


Uyanın kayboluyorsunuz
Rüyalarımdan çıkaramıyorum
Kan kustuğum lavaboyu
Ruhum durdu soruyorum;
Güzelliğini durdurabilir misin?
Saçlarını mesela, elini avuçlarımda
Direnme artık
Damarlarımda gezen bir kaç gezegen
Gövdemde eğreti bir merdiven
Aşk!
Yıkılıyorum Şahmat ve fahişe
Bana geç kalmayacağım bir şey söyle
Bana geç kalmayacağım bir şey söyle
Her şeyi yendim derken göz kapaklarıma yeniliyorum
Çünkü en büyük düşmanımız her zaman bizimledir
Ömür ne çabuk geçiyor!



"Utanmak imandandır"



Ali Özmen.





5 Kasım 2017 Pazar

PERDESİZ



Bütün kitapların manaya burkulan son kelimeleriyle uğurluyorum seni, sayfa çevirmekten daha mekanik ve ardından iş çevirmekten daha nemli çünkü, bunun aşkla ilgisi yok. Bütün bu olup bitenlerin bir manası yoktur belki, alın bakın siz busunuz! Alnımda, bakışlarında ve Rabat'ta bahar artık uzakta. Yan yana olamadığımızın coğrafyası mı olur? İmla ve ilga. Gideceğimden emin olabilirsin ama bugün değil, belki bir vapurla. Anlatacak bir şeyim yok, bunu anlatmak istiyorum. Varım ve yok olmakta varlığım, var olmak böyle bir şey. Artık korkmuyorum, anladım ki cümlelerin cevheri harfler değil.
"Bekleyin, tekrar geldiğimde hakkıyla konuşacağım." diyerek, kaçmadan önce son sözünü söyleyen mağlup bir komutan, bir daha uzun cümleler kurmayacağına yemin etti. Bir kitap olabilecek kadar yaşasaydı eğer bu duygu karmaşasını yenecekti.


-Bekleyin, tekrar geldiğimde hakkıyla konuşacağım.








Ali Özmen.

31 Ekim 2017 Salı

GECE ATLAYIŞI




GECE ATLAYIŞI


O kadar çok şey oldubitti ve o kadar uzaktı ki herhangi bir yerleşim, söze ateş yakarak başlamak gerekiyordu. Tuhaf, ben daha önce konuya ateş yakarak giren tek bir kişi bile görmemiştim. Üstelik onu da bir kez görmüştüm ve öleceği günü bile kurgulayan ben, her şeyimle eksik kalmıştım. Ani ve kusursuz sortilerle yeryüzüne inen, inanması güç ilahi bir sonbahar kalacaktı damağımızda, bu aşikârdı. Çakmağımı bile atmıştım. Sigarayı bırakmış, biraz da kilo almıştım. Sonra birden bıraktım ben de kendimi. Uzun bir gece atlayışı olacak;


-Üç bin metredeyiz. Düşüyoruz ve sen konuya hala giremedin.


O çok güzeldi ve ben çok çocuktum. İşte böyle başladı her şey. Yirmi bir yıldır onu özlüyordum ve bundan haberi yok gibiydi. Aslında ona söylemişler de, o bunu susmak istiyordu yani öyle hissediyordum. İşte bu koca şehir hiç bu kadar küçük gelmemişti gözüme, gitmeliydim. Uzunca bir dönem topladım kendimi, kusursuz bir gidiş olmalıydı bu ve her geldiğimde misafir gibi hissetmeliydim kendimi büyüdüğüm şehirde. Bok varmış gibi herkese gideceğimden bahsediyordum. Herkesin bir tuzu olmalı diye düşünüyordum bu şehirden nefret etmemde. Olmalıydı. İyi değildi belki ama kesinlikle yerinde bir plandı bu, bazı sabahlar. Yoksa bir insan nasıl susabilir bunca kavgayı, bunca şiiri?


-Açılmama olasılığı var mı bunun diye soracaktım ama konuşmuştuk yedeği var.


Hadi biraz daha bırak kendini gökyüzüne biraz daha sök içindekileri. İşte kendime hep böyle diyordum gökyüzüne bakıp. Şimdi o baktığım gökyüzündeyim. Sonra öyle bir şey oldu ki kutsal kitaplarda anlatılmış olmalıydı mutlaka. O geldi. Ben hazırlanıp gidiyordum. O öyle bir geldi ki elimde bir bavula sığdırabileceğim kadar yaşanmışlık biraz da anne duasından başka bir şey yoktu. Durup düşündüm. Tanrı yazdığım şiirleri mi beğenmişti yoksa daha iyilerini yazabilirsin mi diyordu bana? Ne olursa olsun gelmişti. Gitmem gerekiyordu dediğinde anlamıştım sonsuza dek benimle kalabilecek cümleler kuracaktı az sonra. Ben söylediği her şeye inanacaktım. Öylesine güzel bir Ağustos bitimiydi ki Turgut abi, görmeliydin.


-Peki ya yedeği de açılmazsa?


Uzun olacak demiştim. Serbest düşüşten kastettiğimiz ne varsa oluyordu ve bir sürpriz yapmaya ilk o an karar vermiştim. O kadar eğreti bir yaz yaşamıştım ki, o güne dek yaşananların en saçmasıydı. Çok az yüzmüş, yüzümü ne de az güneşe dönmüştüm. Ayrılıktan saydığım çok komik masallara inanmıştım. Böyle olmamalıydı diye düşünüp dururken önceden giden herkesi telefonla arayıp teşekkür etmek için son birkaç dakikam vardı. Evet, bu planladığımız gibi bitecek bir atlayış olmayacak. Üstelik nereye düştüğünden habersiz bir adam, sevdiği kadının gülüşünü işte bu sonsuz atlayışla açıklayabilir. Ve Tanrı’yı kandıracak kadar küçük düşmediysek hala bunun tek bahanesi bir açıklama olamazdı. Bu bir veda da olamazdı çünkü o kadar çok şey vardı ki bizi bekleyen. Güzel günlerden bahsetmeyeceğim bile.


-Peki, bunu çekmesek gerçekten paraşüt açılmaz mı?


Beni anlamanızı beklemiyorum. Gelmişti ve sonsuza dek geldiğiyle kalsın istiyordum. Bu her şeyden önce planlanmış bir atlayıştı ve inanın mükemmel hissediyordum. Diğerlerine tebessüm ederek bakarken onunla konuşabildiğim dakikaların bitiminde bir Müslüm Gürses şarkısı olmamın başka bir açıklaması olamazdı. Arabesk bir şarkı olursam beni sevmez diye düşündüğüm güzel bir sonbahar başlangıcıydı, beni görmeliydin Turgut abi, sonsuz bir atlayıştı. Paraşütlerim her ne hikmetse açılmadı ben yere çakıldım.





-Bakmakla kaldığın tüm manzaralardan atladım, artık beni anlayamazsın.



Yayınlanmayanlar- 27 Ağustos 2013

Ali Özmen.

BAB-I ESRAR





Karanlık odanın dibindeki gri sis
Kendi çabasıyla sönen bir sigaranın
Kim bilir, içindeki tütünün belki topraktır umudu
Çevrilen bir numara, bir otobüs, bir düşüş
Senden haber alamayışımdaki tensiz trip
Bukowski'nin bir kadının güzel ellerinde hissettiği
Çocukluğu,
Aynı masala şehrim yetmiyor, devrim uzak
Eğrilen kokun; soğuk duvar sırtımı okşayan
Ruhumdan aşağı inen bir patika
Bab-ı esrar, şekeri düşüren bir bilmeceden
Daha fazla
Haddini aşan bir sümbül sesi
Bir pencere bayramında!






Ali Özmen.



Mahsun'a


"7 Nisan 2014'te yazılıp, yayınlanmayanlar arasındadır."

29 Ekim 2017 Pazar

CANTABILE, REQUIEM



Herkesin bildiği asla kutsal kitaplarda aramadığı
Yaprakları savuran rüzgârın adıyla tutan sanrı
Delirerek tutuşan rahvan atın adımlarıyla
Çukur, sığ derinliğinden utanacak
Hep “söylemiştim” diye sessizce
Kızıl gün doğuyordu muallâk bir hezeyana
Bulutların ulaşacağı yerler çoktan belliydi
Sigarasını ocaktan yakacağını biliyordum mesela
Bir kadının tam da bu saatlerde mutfakta

Velhasıl böyle olmayacak olsa şiir kurulmazdı vakte
Rüzgâr sokak aralarındaki debisini düşürür
At daha yola çıkmadan huzursuzlanırdı şehre
Bir çiçek, bir çiçek daha bahçeden sökülür
Bahçıvan söylenir;
“Saksıların sirklerden ne farkı var?”

Zamanın bordasında toplayıp herkesi
Okyanusların renksiz olduğundan bahsettim
Aynı günün dönümünde, kutsal kitaplar okudum
Sevgili Lou, seni aradığım hiçbir yerde bulamadım
Bu yolculuk her zaman olduğu gibi
Bir atın dizginleriyle alakalı
Herkesin bildiği asla kutsal kitaplarda aramadığı


Ali Özmen.



“Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok. 
O halde üzülecek ne var?”


Epikuros



15 Ekim 2017 Pazar

LETHE




Yolu, bir su birikintisiyle dişleri olmayan bir adamdan
dinledim,
Ayakkabılarım çamur!
"Sırtımdan vurulduğum kadar varmış" dedim olan bitene
Bu bakışınla bir şehri daha geride bırakırdın
Yine bir çatışmanın ortasında seninle ben vardım
Kadraj ağır gelir ruhumdaki sonbahara
Tam anlatamayacağım
Sen yoktun aslında ben vardım
Bir zamanlar seninle birlikte olduğum kadar vardım
Benim olduğum yerde varlığından emin olduğum bir rüzgar esti
Sen yani, stabil sert bir rüzgar ve kollarım
Rüzgara karşı kollarımı açtım ve durdum
Sarılmak istedim sana, rüzgar çok sertti
Hep birlikle gidelim dediğin yerlerdeydim bir zaman
Gülüp eğlendiğin, gülüp eğlenmedim
Uyanmışsın sanki sirkteki komik aynalara
Bu her zaman olacak çünkü
Ulaşmaya çalışan yorulur, Lethe Irmağına

Mutluyken yanakların Kosmos, ölü ya da diri
Bir ucundan bir uca sinen ve içime sinen
Rüzgara karşı dur bir gün, bir gün daha dur
Anlatacağım ne çok şey var sana, susacağım
Susacağım ne çok şey var sana, ağlatmak istemem
Kril alfabesiyle üşüyordum
İki kumru ölmüş karşı apartman boşluğunda
Kayda değer tek şey Macit'ti ve intihar etmişti
Şiir kadının boynunda bitmek istiyordu
Coğrafya buna yetmiyordu.
Herkes önce bi düzgün üzülse keşke
Çünkü otelde artık hiç yer yok!
Beni o ırmağın başında bekle.

Ali Özmen.



25 Nisan 2017 Salı

29,92



Suretinde bir günbatımı, akşam serinliği dudakların
Boynunda soluk izler, kıyıya vuran tebessümün
Merhaba, atmosfer basıncım;
Yokluğunun ağırlığını hiç unutmadım
Yeterince soğuk ve savaşı gözümüzden ayırmayan küf
Yağmur yağsa tüm kelimelerle haklı çıkacaktım
Yerçekimi artık anlamsız.

Ki şirk, bir sirkte ipten kurtulmuş düşüyor dudaklarından
İşte şimdi Kudüs yine bombalanır
Gölgen belirirken sahnede, aşk ve düş
Bedenim “rigor mortis, rigor mortis” diye bağırır
Bir iz de olsa kalacak, denizde unutulanların ardından
Çünkü balıklara yem olmak için doğmaz insanlar

Oturup konuşamadığımız ne zaman ne kısa bir an
Yatağımı toplamaktan ve yeniden aynı güne uyanmaktan
Sıkıldığımı anlatıp perdeleri kapatmaktan
Sahte can yeleklerini duyunca utandım
Çok uzun sürdü denizle konuşman

Bir dağ vardı,
Ne zaman ciddi bir şey anlatsam aklıma takılır
Ne zaman savaşlar ve ölümlerden konuşsam
Ne zaman tüm çözümleri anlatsam eksik kalır
Ne zaman içten içe ağlasam
Ve dağ.

“Hepsi iç içe geçmiş biraz;
Ölüm ve şiir
Aşk ve şiir,
Savaş ve şiir,
Ayrılık ve şiir,
Umut ve şiir
Küfür ve şiir
Allah ve şiir;
Şiir burada bitiyordu.”

-Ve dağ yerinde düşmüşlüğüne ikna oldu
ardında hiç bir imla hatası bırakmadan...




Ali Özmen.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Pencere Önü Çiçeği



Uzun geceler boyunda ve uzun gündüzlerin eninde
bir boğaz ağrısı
Yutkunamadığım gölgeler ağırlığında
Bir varmış, bir yokmuş
Aynada suretim
Çünkü ayna ben
Ben çünkü, kırılsın diye baktıkları
Hiç korkmadan dimdik durdum yerimde
Söyleyecek sözlerim oldu, sustum
Ağlayacak günlerim oldu, tuttum
Tebessümü sağlayacak her yeri tanıdım ve uzak durdum
Hepsi içimden!
Kederimden bilendim bıçak oldum
Bir çiçek gördüm yeniden kırıldım.
Çünkü bir çiçeğe verilen cansuyu ile demire çelik olsun diye verdikleri su aynı fıtratta olamaz
Çünkü Mezopotamya bunu bilenlerin toprakları oldu her zaman
Çünkü gece ve gündüz birbirini kovalarken
Uzun geceler boyunda ve uzun gündüzlerin eninde
Bir çiçek açtı penceremde
Baktım gördüm ki; toprak ben çiçek sen.


Ali Özmen.

Aklımdaki Buğu Ekspresi




Kuşku doğuyor, tedirgin bir masa kuruluyor
Ah ki bu saatte bile herkes yorgunlukla uyuyor
Muhtemelen;
Bir köpek bir parka giriyor
Bir park bir şehre
Bir şehir başka bir şehir oluveriyor
Garlar telaşı hissedemeden masa kuşkuyu davet ediyor tüm sandalyelere,
tedirginlik diz boyu
Masanın örtüsü, yokluğun.


Ali Özmen.