17 Aralık 2020 Perşembe

GÜNEBAKAN

 





Günebakan, aç yüzünü
Bulutların dansıdır şimdi senin boynunu eğen
Bozkırın ortasında
Unutulmuş tren yolları
Bahçe'den hallice geçen o direşken rüzgâr
Nur Dağı'ndan aşağı saatte ‘yüzyirmi bin’ ışık yılı
Unutamaz hiç kimse
Keskindir ellerin, vedaların virajlarında
İnsan susar, susadım demez böyle anlarda
Ya susuzluğunu dindirirse umduğu?
Susar ama, sustum dememek kaydıyla
Düştüğünü söylemek nasıl ayıplanırsa
Dizleri kanlı, bakışları git gide seyrek
Aç yüzünü Günebakan
Kimse sana susadın mı demeyecek
 
Nerede bu kıpkırmızı toprak, nerede sen
Üstümüze bulaşan bayındırlık mı bize huzursuzluk getiren?
Mevsimlik umutları taşıyan bakımsız konserveler
Günebakan aç yüzünü, mahrem değil gökyüzü
Balyalar, baltalar ve bilyeler
Şehrin girişinden hemen önce kaybediyor lisanını
Artık ölüm sarı bir peçeyle gelir karşıma
Arlanmaz,
Dünü unutan odur, günebakan sen
Düşmüştür, düşündüğü kadar susmuş
Çocukluğuyla muteber, dargın kalabalık bakışları
Günebakan saç yüzünü, susmuş olmanın cüretiyle
Nerede sen, nerede bu susamış toprak
Hepimizin gidiyor oluşuna uyandır onları
Arala sarı peçenden sıyrılan dargın yüzünü
Güneşin ve sevişmenin kudretiyle

 

 

Ali Özmen.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder