GÜNEBAKAN
Günebakan, aç yüzünü
Bulutların dansıdır şimdi senin
boynunu eğen
Bozkırın ortasında
Unutulmuş tren yolları
Bahçe'den hallice geçen o direşken
rüzgâr
Nur Dağı'ndan aşağı saatte ‘yüzyirmi
bin’ ışık yılı
Unutamaz hiç kimse
Keskindir ellerin, vedaların
virajlarında
İnsan susar, susadım demez böyle
anlarda
Ya susuzluğunu dindirirse umduğu?
Susar ama, sustum dememek kaydıyla
Düştüğünü söylemek nasıl
ayıplanırsa
Dizleri kanlı, bakışları git gide
seyrek
Aç yüzünü Günebakan
Kimse sana susadın mı demeyecek
Nerede bu kıpkırmızı toprak, nerede
sen
Üstümüze bulaşan bayındırlık mı
bize huzursuzluk getiren?
Mevsimlik umutları taşıyan
bakımsız konserveler
Günebakan aç yüzünü, mahrem değil
gökyüzü
Balyalar, baltalar ve bilyeler
Şehrin girişinden hemen önce kaybediyor
lisanını
Artık ölüm sarı bir peçeyle gelir
karşıma
Arlanmaz,
Dünü unutan odur, günebakan sen
Düşmüştür, düşündüğü kadar susmuş
Çocukluğuyla muteber, dargın
kalabalık bakışları
Günebakan saç yüzünü, susmuş
olmanın cüretiyle
Nerede sen, nerede bu susamış
toprak
Hepimizin gidiyor oluşuna uyandır
onları
Arala sarı peçenden sıyrılan
dargın yüzünü
Güneşin ve sevişmenin kudretiyle
Ali Özmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder