21 Mart 2012 Çarşamba
Dudakları Dikilmiş bir kadındı; Gururumuz
En büyük yanlışımızdı; dudak payı bırakmamak, hayatlarımızda. Kim bilir?
Belki de senin bırakmadığın pay benimdi. Neşe arkası gözyaşlarımızın siniri bozuktu biliyorum. İtimadım da sonsuzdur içmeden seviştiğim herkese. Velhasıl dudakları dikilmiş bir kadındı gururumuz. Bırak ikimizi, onun için bile zordu.
Parmaklarına oje sürmekten utanmazdı, karşımda. "Niye utanayım ki?" derdi, dudakları dikilmiş kadın. Çok güzeldi ama inan bir kez olsun bakmadım o gözle. Hatta kızardım. Gece boyu ıslık çalardı. Uyku tutmazdı içine girdiği gecelerin. Devrik cümlelere tapardı. Tek inandığı seni bir daha sevemeyecek olmamdı. Ama yanıldı, bir bir düşerken ıslıkları. Sonraları sarardı. Odamın bir köşesinde her akşam beni karşılardı, resminin tam önünde. Öpüşmek istediği dudakları bile morardı. Bir gün ölmek üzere olduğunu anlattı. Aklımda senin olduğunu bile bile dönmek istedi yokluğuna. Kafam almadı, sonra bir daha hiç uğramadı.
Ucundan ısırılmış gecelerde kaldı, kırılmış umutlarımın kırıntıları. Ve yine bir çok şiirde olduğu gibi yağmur yağdı. Ben sırılsıklam boğuluyordum senin eksi yönünde. Nefesim kesildi, öksürmeye başladım. Dizlerimi yere birden bırakmışım. Hala ağrıyor. Sonra birden yok oldum kaldırımlarda, nefes nefese. Seni tekrar buldum.
Hatırlar mısın?
Biraz sen içerken benden, ben gözlerinin dibini buldum. Fazlası zarar, "o son bakışından çok utandım" dediğin sırada sana çok bağlandım.
Geceye atfedilen tüm ritüellerden sıyrıl ve gel. Belki yeniden inanırız beraber.
Ali Özmen.
Yarım Nervium
Ben bu
şarkıyı biliyorum
Meçhul bir
otobüs
Nervium
yarım
Hava
ısınıyor
Ellerime
yakışan Diyojen
Bir kalpazansa eğer
Arka mahalle
diazem
Bir apartman
yıkılıyor, çocukluğum
Üstünde
intihar eden birkaç müteahhit
Alengirli
bir hakikat odanın ortasında
“Kalbime
basma lan”
Diyen bir
dilim kaldı geriye
Onu da bana
bırakmışsın,
Oysa ben hepsini
yemiştim
“seniseviyorum”
deyişlerinin
Siktir olup
gidişinin şerefine örtünemiyorum
Bak bu güneşli
günlerin habercisi
Benim
gördüğüm bu düş biraz da ilaçların alerjisi
Kalbim
kızarıyor olmalı göremiyorum
Annem olsa
görürdü yanımda
Yanımda
görürdü olsa annem, seni
Kafiyeler
beynimde kanıyor teni
Nereye
baksam
En geç
kalmış sanki benim
Ali Özmen.
17 Mart 2012 Cumartesi
Bir nefes gibi geri çekildim.
Uzak bir
şehir gibiydi ruhum, yokluğundan mıdır bilinmez, ona ulaşmaya çalışan ne kadar da
çok insan vardı. Yalnızca o farklıydı. Bir gün bir fotoğraf yüksekliğinden
bakıyordum geceye ve irkildim. Bir nefes gibi geri çekildim. Sanki gözleri
vardı gidişinin. Baktığım her yerden bana bakıyordu. Gece, sıkılan bir kurşundu
ruhuma ve ben bir adım bile kaçamıyordum. Öylece durdum. Aynada bir adam gördüm
ve ben değildim. Benim aynamda bir başka bir adamın ne işi var?! Bağırdım; “yavşak”
dedim. “Sen kimsin?” Çünkü çok korkmuştum. Bir daha baktım, bir daha ve bir
daha baktım, kimse yoktu. Uyuyamadım. Ben uyuyamadığım kadar uzandım sana,
şiirler kadar kısaldım. Sabah gibiydi seni hatırlamak, sana başlamak. Seni
unutamamak ise biraz ölümdü. Biraz yaşamak. Ama öyle sandığın gibi değil, bir
toplama kampının orta yerindeki bir çocuk, ne kadar güzel yaşayabiliyorsa. Kurumuş
bir çiçeği sıktım avucumda, bıraktım ve rüzgâra karıştı. Utandım daha sonra,
ben ne yapmıştım? Etrafımda bu kadar çok insan varken neden bu kadar yalnızdım?
Duvardaki saate baktım. Sanki saniyeler yavaşlıyordu, sanki baktığım her an bir
saniyelik zaman dilimi içerisinde o çubuğun ilerlemesiyle çıkan “tık” sesi bir
öncekinden daha yavaştı. “Hazırlanın, ruhumun tahliyesine başlıyoruz.” Diye bağırdım.
Bende gülmeye başladım böylece. Saate yeniden baktım, başka bir adam daha! “Olamaz,
olamaz, olamaz!” Sanırım kafayı yiyorum ve sanırım kızaran yüzüme hatta
yükselen ateşime bakılırsa bu hiç de çiğ çiğ olmayacak. Bir piyano sesi
yankılandı odamda. Küfrettim. Çünkü hiç beklemiyordum bu sesi. Telefondan gelen
bir mesaj sesiydi. İnsan beklemediği ses bir piyano sesi bile olsa
küfredebiliyor bunun fazlalığı küçük bir etken. Saçmalamaya da başladığıma göre
sanırım artık uyumalıydım.
Kısaca diyorum
ki;
O kadının
gözlerinden sonra her şey rengini kaybetti. Uykusuzluğum bile önemini kaybetmiş
bir plasebo etkisi.
Ali Özmen.
15 Mart 2012 Perşembe
Esmer Noktalı Virgül
Küçük
orospu, büyük orospudan daha değerlidir. Bunu benden başka kimse size söylemez.
Ben, bir tükenmez kalemin içine sıkışmış, düşünebilen, konuşabilen ve hatta
küfredebilen basit bir virüsten fazlası değilim. Sıvıyım, mürekkebim. Esmer bir
kadının ellerindeyim. Aslında onun ruhuna akmak isterdim. Belki biraz da
vücuduna, hatta yanaklarından, dudaklarına süzülmek isterdim. Bir sonraki
noktayı, popüler kültüre küfredip, popüler kültürün dansözü olmak isteyen piç
kurularına koyuyorum. Dans edin piç kuruları, çünkü değerlerinizle çok
basitsiniz.
Kadının
ellerinde ısınmaktan bildiğim daha iyi bir şey varsa onun ellerine akmak. Ahmak
bir adam olduğumu biliyorum ama bazen kendini durdurmak imkânsızdır. Onun
ellerine akıyorum, derisine işliyorum ve bazen kadın, parmağını isteyerek ya da
istemeyerek kâğıda bastırıyor. Parmak izine kuruyabilirim. Keşke bedenim ona
yazılmış, ucu yanık bir mektup olsaydı. Kimin yazdığı sikimde değil. Bana nasıl
baktığı önemli. Bir sonraki virgülü, tüm mektup yazan insanlara bir tebessüm
eşliğinde koyuyorum.
Benim
mürekkebim ile saçma sapan, yeni bir din yazılabilirdi. Yeni bir şarkı, yeni
bir şiir, yeni bir yasa hatta yeni bir roman bile yazılabilirdi. Eğer kalemi
tutan ben olsaydım. Ama bu kadın beni sadece imzası için kullanıyor. Onu yine
de çok seviyorum. Bazen aşk denilen bok bu kadar anlamsız olabiliyor. O beni
sadece kendisi için kullanıyor ama ben onu seviyorum. Bir sonraki ünlemi,
kendisine aşık olan bir adamı kullanan tüm kaltaklara koyuyorum, beni tutan
hariç!
Duygusuz bir
adam olsaydım diyorum bazen, duymasaydım bazı şeyleri hatta insanlara bu kadar
tebessüm etmeseydim. Şu anda kalem benim ellerimde olsa başka bir hikâye
yazardım. Bir de Allah’ı düşünün. Milyarlarca hikâyeyi usanmadan yazmış. Kimi kötü,
kimi iğrenç derecede güzel, peki ya hiç yazmasaydı? Ben bir insan olsaydım hiç
yazılmamayı, en kötü hikâyeye tercih ederdim. Ama yine de çok pişman sayılmam. Âşık
olduğum bir kadının ellerinde, bir kalemin içindeki mürekkebim. Bana, “adına
bakma, sen de tükeneceksin” diyenleri anlamıyorum. Bir sonraki noktalı virgülü
bana tükeneceksin diyen orospu çocuklarına koyuyorum; ben tükenmez bir kalemim!
Bu bir
başkaldırıdan çok daha fazlası, bir tepkinin temel harcı, bir şarkının
başladığı andır. Nefesinizi tutup arkanıza yaslanın ve dünya denilen sahnede ne
kadar porno yıldızı olabileceğini tahmin edin. İnanın tahmin ettiğinizden çok
daha fazla… Bir sonraki boşluğu ruhuma bırakıyorum.
A-Bak yeni
bir fotoğraf makinesi aldım.
B-İçinde bir
resmimiz olmalı.
A-İçinde son
bir resmimiz olmalı!
B-Şu saçma
imalarından vazgeç, kafanın içindeki tümör geçecek, iyileşeceksin.
A-Ya
iyileşecek kadar vaktim yoksa?
B-Yeter
artık şu an konuşmak istemiyorum, sadece ikimizin içinde olduğu bir fotoğraf
çekilmek istiyorum.
A-Hadi, bir fotoğraflık
özlem çekiyoruz;
B-Seni hep
seveceğim.
A-“Neden
ölene kadar” demedin?
B-Anlamadım.
A-Hani
klasiktir, “seni ölene kadar seveceğim” derler, sen neden öyle demedin?
B-Ben seni
hep seveceğim ve çok uzun zaman ölmeyeceksin.
A- Ben çok
kısa bir süre sonra öleceğim, buna hazır ol.
B-Ne zaman
büyüyeceksin?
A-Öldüğüm
zaman.
B-Öleceğinden
artık gülerek bahsediyorsun.
A-Haklısın, intihar
ederken biraz tebessüm bizi hep küçük kılar. Yaşlandığı belli olmasın diye
yüzüne saçma sapan şeyleri süren bendim zaten!
B-Şu
boynundakini biraz daha sık ve mümkünse bir aptal gibi gülmeyi de bırak.
A-Böyle iyi
mi?
B- Aslında
yanımda olduğun sürece, böyle iyi…
A-Bakayım, kalemin
güzelmiş.
Ali Özmen.
6 Mart 2012 Salı
İT DALAŞI
İçeri girdiğimde bileklerini ovuyordu, beni görünce birden kendini toparladı. Duvarda duran eski bir çerçevenin kenarına sıkıştırılmış, siyah-beyaz resme gözüm takıldı. Üzerinde birkaç damla kurumuş kan lekesi bana iki şey hatırlattı. Biri çocukken yediğim dayakları diğeri ise öldürdüğüm köpeğin kafasından akan kanı. Ancak beni tedirgin eden evin içindeki kimyasal ve gübre kokusuydu. Bana baktı konuşmadan önce bir yudum su içti.
A-Geç kaldın.
B-Beni neden çağırdın tekerlekli sandalyen mi bozuldu? Ahahaha. Hayırdır köpeğinin son sözlerini mi anlatayım sana? Hav hav hav.
A-Biraz konuşmak istiyorum adam gibi dinleyecek misin?
B-Tamam tamam, uzatma birazdan devriyem var.
A-Çocukken her akşam aynı rüyayı görürdüm. Işıklarda bekleyen onlarca kişiyle beraber yolun karşısına geçmek için beklerdim. Bir gün rüyamın içinde bir değişiklik yapıp herkesin beklediği sırada koşarak karşıya geçmek istedim. Kolum kırıldı ve omurgalarımda hasar vardı. İki ay hastanede yattım. Bu yüzden belimden aşağısı tutmuyor.
B-Rüyada olan bir şeyden bahsetmiyor muydun?
A-Tanrı bana çocukken bir oyun oynadı. En kötüsü de bir daha hiç rüya görmedim.
B- Nasıl yani, anlamadım?
A-Okuldan eve dönerken her akşam gördüğüm rüyada ezberlediğim her şey oluyordu. Herkes gibi ışıklarda beklemeye başlamıştım. O yaşlı adamın şapkası bile aynıydı. İlk defa bana gülümsediğinde bende bu rüyayı değiştirmeye karar vermiştim. Rüya değilmiş.
B-Sakat olduğunu biliyordum ama sen aynı zamanda salakmışsın.
A-Biliyor musun komiser boş zamanlarımı değerlendirmeyi çok seviyorum ben. Mesela kapının arkasına, çekmecelere ve oturduğun sandalyenin altına bak.
B-Bunlar ne amına koyduğumun gerizekalısı?
A-Bombayı bile bilmeyen bir komiserin bu ülkeye ne gibi bir faydası olur?
B-Bak seninle şu mahkeme yüzünden aramız biraz açık olabilir ama şu bomba olayı nedir hemen anlat düzgünce sana yardım ederim.
A-Önce sen sor bakalım ne kadar yaratıcısın.
B-Bomba yapmayı nereden öğrendin?
A-Abim bomba uzmanıydı ve bana bildiği tek şeyi öğretti.
B-Geçen gün tadilatta olan okulu sen mi patlattın?
A-Kısmen evet.
B-Peki neden boş okulu patlattın ve bu durumda bunu nasıl yaptın?
A-Okulu patlatmak isteseydim şu anda ayakta olmazdı, ben tek bir sınıfı patlattım.
B-Neden?
A-Çocukken benim sakat olduğuma inanmayan ve benimle dalga geçen piç kuruları yüzünden her sabah o sınıfta ağlardım.
B-Bunu engelleyecek bir öğretmenin yok muydu?
A-Benim bir deli olduğumu düşünüyordu.
B-Pek haksız sayılmazmış. Bombayı sınıfa nasıl götürdün?
A-Mahalledeki bir çocuğa oraya bırakması için verdim. Okul zaten tadilattaydı ve işçilerin mesaisi bitmişti. Çocuğa, çantayı oraya bırakması ve inşaatta birileri varsa dışarı çıkarıp yanıma gelmesi karşılığında istediği kadar bilgisayar oyunu alacağımı söyledim.
B-Aldın mı?
A-İstersen kendisine sor şu anda yeni bir çantayla beraber sizin eve gidiyor.
B-Neden inanayım?
A-Çünkü bacakların hala tutuyor ve evde erkek kardeşin ile sevgilisi yiyişiyor. En önemlisi de ne biliyor musun? O kurşunu köpeğime değil, kendi kafana sıkmalıydın.
B-Bir köpekten bahsediyorsun sakat herif, köpeğe karşılık insan canı mı?
A-Seni pencereden izliyordum, bahçeye girdin köpeği sevmeye başladın ve onu kapının önüne kadar getirdin. Sonra kafasına ateş ettin. Bana tek bir neden söyle?
B-Çok havlıyordu geceleri uyuyamıyordum.
A-Peki neden mahkemede, “bana havlamaya başladı, üzerime saldıracakken panikledim ve ateş ettim” dedin?
B-Sana istediğin kadar köpek alırım.
A-O benim ilk ve son köpeğimdi, babamın ölmeden önce bana emanet ettiği tek canlı varlıktı. Senin babanın da geçen yıl ölmeden önce sana emanet ettiği tek canlı varlık erkek kardeşin değil mi?
B-Yapamazsın, üst katta bebeği olan bir aile var.
A-Dün bayram için memleketlerine gittiler.
B-Kaldır ellerini yoksa beynini paramparça ederim. Hiç acımam sıkarım.
A-Şu elimdekiler ne biliyor musun? Biri senin evi patlatacak bomba diğeri de şu anda bulunduğumuz oda da en az beş metre derinliğinde çukur açacak olan bomba. Çocuk çantayı sizin kapının önüne koyup çoktan uzaklaşmıştır ve emin ol o çantada kardeşini öldürecek kadar bomba var. Şimdi karar ver. Kafama mı sıkacaksın? Eğer iyi nişancıysan sağ elime sıkıp kardeşini mi kurtaracaksın? Yoksa sol elime sıkıp kendini mi kurtaracaksın?
B-Tamam, tamam sakin ol kan akmadan bu işi bitiremeyecek miyiz?
A-Tek yolu var.
...
(Devamı var)
Ali Özmen./Senaryo çalışmaları
FLU
Ben bir özrü reddettim
Dudaklarında bu şehrin
Ne çok arka kapısı vardı
İliğime işleyen bu hasretin
Yanağıma kıvılcımlar,
Sol yanıma bir örs
Sen gece gibiydin
Gözlerimi yarına örtmede
Güneş ki gammazdır
Yakar gözlerimi
Nerede seni görecek olsam
Orada bir bulut bilhassa unutulur
Yağar klişe, unutulan bir harfin
Tekrar eden bakışmalarına denk düşen
Utanma halleri
Kaskatı bir kefen
Gökyüzü ağlıyor, toprağıma
Basıyorum utanmadan
Ben senin toprağın olacağım belki de
“Ama sen ağlama, dur”
Bir gün gözlerin hariç her şey elbet unutulur
Ayna kırılır, yüzüme
Ben ağlarım
Gökyüzü kızarır belki de
...
Ali Özmen.