29 Kasım 2011 Salı

Hazırlan, kalbim sökmeden, yola çıkacağız!


Tahrip gücü yüksek bir çift göz
Islanırken, üzerine basılmış bir çiçek
Mayın oluveriyor üzerinde yastığın
Manzaralarda üşüyen kırık bir nota
Tahrir’de de bağırdılar ya sevgilim
İşte öyle, çıkamıyorum bedenimden
Sen gelmeden, tanklar bile gelse
Bölünürken esaret bin sofraya
Sen gelmeden istemiyorum
Azad edilmek bu bileklerden
İşte öyle
Taşlara hemen sarılma hem
Belki beklediğin şeylerdedir suskunluk
Çok bağırma
Karşında kilitlenen bu adamın
Anahtarı sensin, hayret
Tecrübesiydi taşların yüzmek
Üç kere sektirdim babamı
Hem çok ta severdim taşra ağzını
Şimdi bağımsız oluşuma
Gayret ediyorum
Biliyorsun saçların
Gecenin en karanlık anı
Kör oldum
Annemin diktiği yerlerden
Kalbim sökmek üzere;
Hazırlan, kalbim sökmeden yola çıkacağız!


Ali Özmen.

1 Kasım 2011 Salı

Konu Bütünsüzlüğü...




Beynimi şişiren radyoaktif dalgalardan sıkıldım.Ruhuma basınç yapan boş kahkahaların alayına küfrü basıyorum. Ben bugün ciğerlerime hain bir tuzak kurdum. Dumanla haberleşebilirdim aslında ama kapıyı çarptım da çıktım kabilemden.Kabile demişken Dunsburo kabilesinden değilim.Olmak ister miydim bilmiyorum. Kapının kolunun bir tarafı sıcak diğer tarafı soğuktu. Sıcak, soguktan daha derine işlerken ellerim soğuyordu sensizlikte. Ben böyle durumlara yaklaştığımda susmak zorundaydım. Birazdan ruhumun mesaj hakkı bitiyor bu yüzden asılıyorum kaleme;

Olabildiğince hızlı yürüyorum. Koşuyorum aslında. Neden bana her dik bakana daha dik bakmak zorunda hissediyorum kendimi bilmiyorum. Ama üç adet yapılı, gözlerindeki ışığa tecavüz edilmiş adamın üstüme çullanması an meselesi. Bendeki deli cesareti. Bilmiyorum bir gün aklım başıma gelir mi? Gelse de ben başından kaybeder miyim girmediğim savaşları?


Konu bütünlüğü olan hiçbir şeyi sevmiyorum. Hayat konu bütünlüğünden ibaret. Doğduysan ölmeye mahkumsun. Seni yazmaya başlarlar ve nokta koyarlar. O yüzden konu bütünlüğünden uzak durmaya çalışıyorum şu anda. Yanıbaşımdaki çayı henüz dört dakika önce aldım. Soğudu şerefsiz. Ulan hava soğuk ben aklıma takılan kelime öbeklerini satırlara dökmeye çalışıyorum. Bundan ne bir çıkarım var ne de piyasa yapmaya çalışıyorum. Bu bir bağımlılık. Keyif verici herhangi bir madde gibi...

Denize şarkı söylemeyi özlemişim. Yanımda üç adam var. Adamdan saymadığım bir de köpek. Şişman köpek. İnanılmaz tatlı ama saldırırsa canını yakarım. Çünkü her an tetikte olmayı bana sen öğrettin. Hiç beklemediğim anda 'sırtından' vurdun gidişinle. Denize bağıra bağıra beraber şarkı söylediğim her adam benim için değerlidir. Ellerimizdeki sigara geceden daha sıcak bu kesin. Deniz aynı ses tonuyla karşılık veriyor. Detone ve hiçbir ses eğitimi almamış. Ama bu sesi seviyorum.


Düşündüm de 'seni seviyorum' kelimesini çok fazla tükettim boş ellerde. Ulan bazen çok yavşak bir herif olabiliyorum. Ama hatalarımdan ders çıkarmayı da biliyorum en klişesinden. Bu yüzden beni sevdiklerini söylüyor bazıları... Sevdiklerim de var muhakkak...


Burası ilk durak. Altı dakika yirmi beş saniye, bunu söylerken yirmi yedi saniye oldu. İlk duraktan, son durağa gideceğimi şuradaki kızıl saçlı kız bilse eminim bana acırdı. Yolun üçte ikisini balık istifi bir halde gideceğimden şüphem yok. Yedi dakika oldu ve otobüs şöförünün, benden elli metre uzaktaki kulübede keyifle çay içtiğini görmek beni delirtiyor. Neymiş efendim? Zamanı gelmemişmiş. Ulan hava soğuk, arkamdaki çift yiyişip duruyor. Sinir katsayım yükseldikçe biriyle göz göze gelmekten kaçınıyorum. Demiştim ya bazen abartacak şekilde bakıyorum diye. Sekiz dakikaya yaklaştı ve ben ortalama bir insanım. Ortalama insan yaklaşık altmış yıl yaşar. Bunu dakikaya vurmak basit bir matematiktir. Ama ortalama bir insanın sekiz dakikası kıymetlidir. Hayatımız boyunca otobüs duraklarında geçirdiğimiz sürenin toplamı sanırsam bir kaç yabancı dili, ileri derecede konuşmanı sağlamaya yetecektir. Belki de fazlası. Araba ayrı mesele. Dünyanın en pahalı petrolü bizim memlekette anasını satayım. En zenginleri de biziz ulan. Avunuyoruz işte. Neyse şükür ki şu koca göbekli, suratında damıtılmış bir ifade olan şöför, otobüse doğru ilerliyor. Ben yüzüne bakmaktan hala kaçınıyorum...


Karşımdaki kız fazlasıyla güzel. Bu arada ben oturdum koltuğa. Yanımda, işten geldiği belli olan, yorgunluğu yüzüne ve gözlerine yansımış bir adam oturuyor. Çaprazımda beni kesen orta yaşlarda bir bayan. Onun yanında inanılmaz itici bir insan evladı. Ulan sadece ben değil o kadının bakışlarında da bu var. Kız güzel ama benim bugün kafam güzel değil. Kız onu göz kıskacına almamı bekliyor ama daha çok bekler. Çünkü bugün düşünüyorum. Ve düşünebilen bir insan, düşündüğü sürece tam anlamıyla mutlu olamaz. Mesela arkadaşlarınızla beraber mutlusunuzdur. Bunun nedeni geri kalan şeyleri unutmanızdır. Kız bana dik dik bakıyor. Eminim çok beğendiğinden falan değil. Beklediği gibi olmadığı için. Ulan dik bakana daha dik bakardım ama buna bakmayacağım. Bir ara ortamı unutup otobüsün içinden akıp giden şehri izlemeye koyuldum. Gözlerimin hüzünlü baktığına eminim o anda. Kız hala bana bakıyor. Durakta otobüse binen adam kızın çaprazına geçip kızı gözleriyle yemeye koyuluyor. Ulan bende saçma bir sahiplenme duygusu oldu bir anda. Bu saçma bir şey, unutalım gitsin. Bir durak sonra inmem lazım ama kız hala bana bakıyor. Gülümsemeyi hatta yanına oturmayı bile aklımdan geçirdim.Bu gibi durumlarda nasıl hareket edileceğini iyi bilirim. Ama keyfim yok. Hiç hayat oyunlarıyla uğraşamam. Beni duyan da öbür taraf için falan hareket ettiğimi düşünür. Gülerim. Dinsiz, imansız bir adam sayılmam ama az önceki cümleye harbiden gülerim.Ayağa kalktım. Kapıya doğru yürüyorum , kıza da yaklaşıyorum aynı zamanda. Ulan kız hala bana bakıyor be. Başlarım böyle işe kız dediğin biraz çekingen olur.Gözlerini kaçırır. Hiç olmadı en azından öküz gibi yüzüme bakmaz. Atarlı bir bakış olsa yüreğim yanmıcak. Otobüsten inerim ben şimdi. İndim.


Sayısız insan, sayısız yankılar uyandırdı. Derin uykular bölündü ve anlatıldı o anılar. Bende şu anda derin uykumun yarısını kelimelerime şehit veriyorum. Ölmediğine eminim uykumun. Ama sadece uykusuzluk şehit sayılmaz. Şimdi bana bu terimlerle alay ettiğimi falan söylerler, kahkaha atarım. Hava buralarda hiç olmadığı kadar soğuk. Sıcak yatağım beni cezbetmiyor. Cam kenarı yalnızlıklar yaşıyorum. Birinci dereceden soğuklar oluşmaya başladı bile. Saat 3.21 ve açım. Bu satırları siz okuyasınız da büyüyesiniz diye değil, beğenesiniz diye değil, umutlu olduğum için yazıyorum. Hala sesimi duyabilen birileri varsa lütfen en yakın kütüphaneye gitsin. Ya da en yakın kitabı eline alıp okumaya başlasın. Yahu bu işleri aştığım için falan değil. Ben daha yolun başında bir kalemim. Hani bir maraton koşucusunun ilk yaşlarındaki emekleme sahneleri. İşte ben o'yum. Ya da söylediğim herşeyi unutun.Son zamanlarda fazla ukala oldum. Kimse söylemiyor. Söyleyeceklerini düşünmüyorum zaten ama bence durum bu. Tam bir konu bütünsüzlüğü işte bunu seviyorum.


-Benim burda ne işim var?


-Yatıyorum.



Ali Özmen.