26 Nisan 2012 Perşembe

Son çalan parçayı biliyordum!


Bir savaşın orta yerinde küçük bir kızın saçlarını kazıyor annesi, babası ağlıyor. Usturanın ucundaki jilet mi şerefsiz yoksa insan mı? Kız neden ağlamıyor ki? O çok mu büyümüş hiç bilmediği insanların gözlerinde, topraklarını bırakın, oturduğu ev çok mu büyük ki okyanuslar aşarak geliyor ona sahip olmaya çalışan insanlar? Bilmiyor. Bir çocuk çikolata yiyemediği için ağlıyor, babası ona “bir gün çikolata yiyebildiğin için ağlayacaksın” diyor. Belki de öyle bir günün hiç gelemeyeceğini bile bile. Çocuk susup anlamaya çalışıyor ama anlayamıyor. “Çikolata yesem niye ağlayayım ki? Hem eskiden daha sessizdi buralar, şimdi neden böyle oldu?” Baba, sanki binlerce soruyu aynı anda duymuş gibi binlerce cevap geçirdi kafasından. Hepsine de verecek bir cevabı vardı üstelik bir süre sustu “geçen sene işten dönerken sana hep çikolata getiriyordum ya işte o çikolataları sadece kendi çocukları yesin istiyorlar.” Dedi. Çocuk kırılgan bir sesle ve tüm heyecanıyla bağırdı “ama bu haksızlık” diye.
Baba elindeki silahı biraz daha kavrayıp “evet bu haksızlık” dedi. Birkaç ailenin saklandığı izbe ve öncesinde bombalandığı için güvenli sayılan ev ayakta zor duruyor gittikçe yaklaşan silah ve bomba sesleri o evin içindeki herkesi daha çok düşündürüyordu. “Sana anlatmayacağımı söyledim bir gün saçlarını neden kazıdığımızı da anlayacaksın.” Dedi baba. Küçük kız bir daha hiç konuşmayacakmış gibi sustu. Yerdeki molozların arasından küçük anteni belli olan pilli bir radyo gördü baba. Hemen onu alıp temizledi ve kızına dönüp “bunu hatırlıyor musun?” Dedi. Küçük kız gülümsedi henüz beş yaşında olmasına rağmen çıkardığı tam ve vurgulu ses tonuyla tüm Dünya’nın pisliğine göğüs gerercesine gülümsedi. “Müzik kutusu” dedi. Baba, dört aylık oğlunu kaybettiğinden iki hafta sonra ilk kez tebessüm etti. Hemen bir radyo frekansı aramaya başladı. Bulduğunda mahalleye giren tank, yeri sarsıyor ve silah sesleri artık saklanacak bir yer kalmadığını anlatıyordu. Baba radyoyu son ses açtı. O izbe evin içindeki tüm anneler içleri kan ağlasa da o an gülümsemeye başladı. Çocuklar da ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor onlar da biraz biraz o gülümsemelere, tebessümle karşılık veriyorlardı. Toplam altı yetişkin erkeğin üçünde silah vardı. Hepsi ayağa kalktı. Onlar da gülümsemeye başladı. Küçük kız belki de bir şeyleri hissetmiş olacak ki babasının yanına koşup ona sarıldı. Babası ona sarılırken kulağına neden saçlarımı kestin baba? Dedi.
Baba sanki yaşanabilecek tüm ölüm hallerini aynı anda yaşıyordu. “Sana kötü bir şey yapmalarını istemedim. Eğer ki onlar gelmeseydi ben gidecektim” dedi.  Ama saçlarım çok güzeldi değil mi baba, sen hep öyle söylerdin.” derken evin onlarca girilebilecek açıklığı olmasına karşın tüm umutları yıkarcasına ayakta duran tek kapı, bir askerin tekmesiyle yıkıldı. Oradaki herkes biliyordu kadınlara ve çocuklara ne yapıldığını. Erkeklere yapılan işkenceleri çocuklar hariç herkes duyup anlamıştı. İnsanlardan zorla alınan organları hatta o askerlerin bazılarının çocukların kararan hayatlarını birkaç kez daha kararttığını herkes biliyordu. Ve daha anlatılamayacak kötü şeylerin olduğu bir yerde tek suçlarının yaşamak olduğunu herkes biliyordu. Bunu belki de çocuklar bile anlamıştı.  Kapıdan giren askeri vurduktan sonra ağlamaya başlayan baba, korkudan ve sesten donup kalan küçük kızını annesinin kucağına verdi. Birkaç adım geri çekildi. Çalan radyonun, bazı çocukların yüzünde donup kalan korku ve bundan bir iki dakika önce çehrelerinden hiç düşmeyecekmiş gibi duran tebessümün karıştığı o an, o kahrolası, o insanlığın yüz karası an, baba otomatik tüfeğini kadın ve çocuklara doğrultup ateş etmeye başladı. Yanındaki adamların yapabildiği tek şey izlemek oldu üstelik onlarda babaydı onların da eşleri ve çocukları kurşunların hedefiydi. Ancak o kırılan anda akıllarına gelen tek şey yaşasalardı bizden sonra çok işkence görürler mi? Sorusuydu. Çok azap çeker miydi yaşasa o küçük kız? Hepsi biliyordu evet çok daha kötü şeyler görürlerdi. Ama kimsenin yapabileceği bir şey yoktu belki de. Diğer askerler eve ateş açmaya başlamışlardı. İçeri giren bir el bombasını fark eden diğer bir adam onu alıp dışarıya doğru koşturmaya başladı. Onların tam üstüne atacaktı belki ama elinde patladı. Sağ göğüs kafesi ve sağ kolu artık yoktu. Birkaç saniye sonra da üzerinde taşıdığı kırmızı sıvı yere boca oldu. Canını orada bıraktı. Tank namlusunu eve doğru çevirmeye başladığı an içerideki herkes o sesi duyabiliyordu. Tüm kurşunları bitene dek çatışmışlardı. Yerdeki taşlardan başka hiçbir şey yoktu savaşabilecekleri. Radyo hala çalıyordu. Silah seslerinden dolayı duymak çok zordu ama gerçekten duymak istersen duyabiliyordun.  

  Uzaklardan yükselen toz bulutuna bakan küçük çocuk baba orada ne oldu? dedi.  O kadar zor sorulardı ki bunlar her biri beyne sıkılan bir kurşunu andırıyordu. Baba oğluna bakıp “hani senin oynadığın o patlayan oyuncaklar vardı ya neydi onun adı?” dedi. Çocuk “Torpil mi?” diye cevap verdi. Baba kendinden emin bir halde “Evet, işte yaramaz çocuklar oyun oynuyorken yanlışlıkla onları patlattılar.” Dedi. Çocuk heyecan ve şaşkınlıkla hepsini mi patlattılar? Deyiverdi. Baba “hepsini patlattılar” dedi. Çocuk “Ben hiç yaramazlık yapmayacağım baba” derken derinlerden o bombanın patladığı yerden dikkatli dinlediğinizde duyabileceğiniz belki de tüm dünyanın duyması gereken, pilli küçük bir radyo çalıyordu. Tüm dünyaya inat tüm savaşlara tüm düşüncelere inat o küçük radyo orada molozların arasında çalıyordu. Ben mi? Orada değildim ama radyoda çalan son parçayı biliyordum.

Ali Özmen.

Amel Mathlouthi-Naci en Palestina - http://www.youtube.com/watch?v=koMXfPf4ulA&feature=colike