-Bay
Hiçkimse ve Evrensel Mektubu-
İnsanlık
olarak nasıl bu hale geldik, bilmiyorum. Şu koşuşturmaca şu insanların birbirini
geçme mücadelesi hiç dinmeyen “daha fazla” açlığı… Sanırım Ajan Smith’in de
dediği gibi bizler “memeli değiliz.” Ve bunun ilacını hala bulabilen başka bir
canlı ırkı yok. Zamansız bir tarihten amansız hiçliklerin ortasından ve
aklımdan hala gitmeyen kafiyelerin bıraktığı, o iğrenç hisse kafa tutarak
yazıyorum;
Şu anda kararan bir gökyüzünden başka hiçbir şeyim
yok. Odamda hala, yerlerini karıştırdığım melodramlar, insanlar, şarap şişeleri
ve duygular var. Kendi kişisel “Evrensel” mektubumu yazıyorum. Adı bile saçma. Tüm
ucuzluğu ile “kabul edilmedi”, “teslim alınmadı” ve ”adres sahibi taşınmış”
ibarelerini aynı anda taşıyan, bakmadığın her yeri saran bu mektubu, uyuşan sol
kolum, dinmeyen saatlerin sığlıkları arasında intiharımdan önce ucuz bir efsane
yaratarak, ceketimin sağ cebine bırakacağım. Sanırım uzun cümleler bu mektubun en
saçma yanı. Kayboldum. Doğduğum şehir, büyüdüğüm ev ve öldüğüm odanın içinde
kaybolmayı başardım. Babam şu an bir yerlerden bunu okuyor olsa, “bunu ancak
sen başarırdın” derdi. Sanırım bunu başardım. Mektubuma “sevgili kendim;” diye
başlasam daha az tedirgin olabilirdim.
(Kısa saçlı
geceden elimde kalan yalnızca o sesler)
Lütfen biraz sessiz olun, ölmeden önce
yarattığım “konu bütünsüzlüğü” ile hiçbir alakası yok bunun. Bir elimde,
elimde? Elimde hiçbir şey yokmuş. Sanırım bu bahsettikleri şey. Tükürükten
mürekkep, parmaktan kalem ve gökyüzünden kâğıt mı olur demeyin. Bu
bahsettiklerinden çok daha fazlası belki de. Ama tuhaf olan bahsettikleri başka
hiçbir şeyle henüz karşılaşmamış olmam. Bu kadar büyük bir boşluk hangimize
yeter? Evet, yanlış söylemedim. Bu sonsuz boşluk hangimize yeter? Diye sordum.
Hepimiz o anlamını bilmediğimiz, öğrenmediğimiz sadece uyduğumuz kurallar ve
kendi eksenimiz etrafında önem verdiğimiz insanlarla sınırlı kalmış
varlıklarız. Buna alışabilir miyiz? Hiçlik. Yokluk. Merhaba Mr. Nobody. Merhaba
sonsuz boşluk... Bunu hak etmedik. En iğrenç olanımız bile. Çünkü inanın bana
bu çok iğrenç.
(Şu Jimi, Kudüs’ün
yıllar önceki halini bilse ondan da yıllar önce Peace in Missisipi der miydi?)
(Ne alaka?)
Sevgili kendim;
Yaşadığını
hissettiğin yıldan kimseye bahsetme. Umarım bunu başarırsın. Seni görmemeleri
doğal buna aldırma. Belki yaşamak, hepimizin kişisel kıyametidir. Sevgi her
şeydir ve bir parça şiir hala yerindeyse unutamadın demektir. Bunu siktir et.
Uyanmadan önce unuttuğun rüyalardadır belki senin cevabın. Belki de gidemediğindedir.
Göremediğindesindir. Tuhaf oldu biliyorum ama o olabilirsin. Neden oturup konuşmuyoruz?
Kazım Büfe’den muzlu süt? Papağan’da çibörek? Meydanda yoyga çorbası? Bafra
Pidesi? Boyoz? Hatırlar mısın? Karnın acıktığında acaba karnı tok mu diye
düşündüğün insanlar vardı. Evet, sen böyle bir adamdın. Şimdi sana ne oldu?
Baştan alıyoruz. Her şey olduğunu sandığımız
şeyden ibaretti. Belki hiç kimse hak ettiği yerde değildi. Savaşlar.
Soykırımlar. Şerefli hak ve halk mücadelelerinin bile şerefsizliğe imrendiği o
yıllar. Ölümüne sessiz kalınan insanlar. Büyük uçurumlar. Sen bu büyük kıyamete
aldırmadan, odanda oturmuş, binyıllar önce bir topluluğun insanlara işaret
etmiş oldukları tarih hakkında düşünüyordun. Buraya kadar her şey normal.
Normal mi? Devam edelim. Onu düşünüyordun. Hangisini? İşte sen busun. Ne demek
hangisini? Bu mektuba konuşma şeklinde devam edebiliriz ki bu ilk ve en saçma
mektup olur. Tamam, unutalım bunu, sen devam et. Bağımlılıkların vardı! Orada
dur bakalım yoktu. Ben hiçbir sicili olmayan ve hiçbir madde kullanmayan başarılı
bir bankacıydım. Öyle mi seni orospu çocuğu? Hiç sanmıyorum. Çünkü olaylar öyle
gelişmedi.
(Büyüdün
bebeğim, dediğim kadına kaç saat kaldı?)
Sen iyi ki Tanrı’yla beraber çalışmıyorsun.
Onun adı Tanrı değil geri zekâlı. Onun adı; Allah. Çok özür dilerim Mr. Nobody…
Bana şunu söylemeyi de kes. Benim adım. Benim adım… Senin adın ne? Bunu boş ver
az önce ne diyordum. Tanrı seninle beraber çalışsaydı, emin ol seninle beraber
çalışmak istemezdi. Çünkü sen hiçbir sicili olmayan hiçbir madde kullanmamış
sıradan bir insansın. Onun adının Allah olduğunu iddia ediyorsun. Peki, onun
söylediği her şeyi adının bildiğin kadar biliyor musun? Uyguluyor musun? Öyle
bakma. Sonra da kalkmış onun adı Allah diyorsun. Sen gerçekten ucuz bir piçsin.
Madem onun adını öğrendin neden hep daha iyi telefonun daha iyi araban daha iyi
evin daha iyi bir eşin olsun diye uğraştın? Ben Tanrı dediğimde kızıyorsun.
Belki de ben seninle aynı inancı paylaşmıyorum. Senin inancın sana benim
inancım bana. Ne demek bu senle ben aynı kişiyiz. Bu iğrenç sözleri nereden
çıkarıyorsun. Peki, madem aynı kişiyiz neden bunları düşünebiliyorum? Ben
düşünebiliyorsam, sende düşünebiliyorsundur. Bak hiç Fight Clup’u hatırlamaya
çalışma sana en başta söylüyorum bunu ama bir sorun var. Benim zihnimin
derinliklerinde yatan saçma şeyler, senin içine düştüğün bu boşlukla mı alakalı
yoksa daha önce hiç düşünmemiş olmanla mı? Allah’ın adını bir daha o iğrenç
ağzına sakın alma bunları söz düşüneceğim. Sen de bir mektubun içinde düz yazı
halinde, kendi başına yaptığın bu iki kişilik konuşmadan kimseye bahsetme…
(Beni
aradığı saatler ikimiz ve herkes için hep geçti)
Odamdaki bu
koku, telefonumun çalması, kulağımın çınlaması, kapımdaki sesler, perdenin
ardındaki gölge hepimiz oturmuş çay içiyorduk. Birden elektrik kesildi… Tabi bu
bizi hiç etkilemedi. Çünkü karanlıkta olduğumuzu söylemiştim beni iyi
dinlemiyor musunuz? Sizi hiçbir şeye aldırış etmeyen soğan cücükleri! Kapa
çeneni böyle başlamıyordu. Asıl sen kapa çeneni Allahsız piç. Şimdi orada otur
ve sessiz dur. Bu mektubu yazdığım sürece de konuşma.
( Ot?)
Eğer bu yazdığım mektubu okuyan birileri varsa
lütfen Dünya denilen çöplüğü ve hala gelmeyen kıyameti kurtarın.
Adres; Güneş
sistemi, Venüs arkası Dünya (Mavi gezegen)
Şimdi size
Dünyamız hakkında biraz bilgi vereceğim;
Bu Dünya’da
insanlar yalnızca bana çalışır. Ben onların kralıyım. Bu yüzden geldiğinizde
ilk beni bulun. Erişmiş olduğunuzu düşündüğüm teknoloji sayesinde kâğıtta
bıraktığım parmak izlerinden beni tanıyacaksınız. Size bütün bilgileri
vereceğim. Bana yardım ederseniz kendinize kardeş bir ırk kazanacaksınız. Hatta
daha fazlasını. Dünya üç oda pardon üç tarafı denizlerle kaplı yok öyle de
değildi. Üçte ikisi sularla kaplı bir gezendir. Isıtma sistemi yani Atmosferi 7
katlıdır. Hala yeterince doğal kaynak mevcut olup Güneş’e 2 gezegen
uzaklıktadır. Güneş sisteminin en güzide yerinde ay manzaralı bir geoiti kim
istemez? Hem de hemen ulaşırsanız size az ayak basılmış Ay’ı da ücretsiz
veriyoruz. Ücreti bana ödeyeceksiniz.
Teşekkürler.
(Biraz ticari zekâ ve ciddiye almadığınız
halde korktuğunuzu biliyorum.)
(Gözkırptım)
Neden ne olup
bittiğini muştama sormuyorum ki? Ama onu Ankara Tren Garı’nda benden
almışlardı. Hızlı trene binmeden önce çantamın, içinden geçtiği x-ray cihazı
tepki verdiğinde güvenlik görevlisi yıllardır bu ana hazırlanmış gibi bağıra
bağıra muşta kimin? Dediğinde –ananın amının. Dedim içimden. O sırada yanıma
gelen polislerin bana takındığı tavırdan bahsetmeyeceğim bile. Gayet rahat ve
sakin bir biçimde durumumu anlattım. Benim için taşıdığı özel anlamını bile
dalga geçercesine söyledim. İkna oldular. Her şey tamamdı. O geri zekâlı
güvenlik görevlisi tüm ikna olmuş haline rağmen bunu taşıma ruhsatın var mı
diye sordu. Muştanın taşıma ruhsatı? Çok güzel. Şahitlerim de var; o muştayı o
soru karşılığında o güvenlik görevlisine hediye ettim. Çantamı alıp trene
binerken bağıra bağıra onun taşıma ruhsatı var mı? Dedim. Böyle mi olmuştu?
İlker bilir.
(Bisiklet
yolcuğu sırasında başka yerlere de uğrayalım?)
İlker’e sorduğun sorunun ilk cevabı
yolculuktur. Çünkü beraber yolculuk etmekten en keyif aldığım insandır kendisi.
Eskişehir’i kişisel fethim sırasında yanımdaydı. Ya da İlker’in Eskişehir’i kişisel
fethi sırasında ben yanındaydım bilemiyorum. Tek hatırladığım Akbank’ın şehrin
konumundaki yeri. Çünkü her yeri o şekilde bulabildim. Biraz da İlker tabi. İki
kişilik 9 numaralı oda ve otel sahibi Osman amca. Her şeyden önemlisi Osman
amcanın Amerikan filmlerini seslendiren insanlardan daha güzel Dostum! Diyebilmesi.
Aslında Dostuğm tarzı bir şeydi bu. Bugüne kadar gördüğüm en iyi muhabbet eden
otel sahibiydi kendisi.
(Sevdiğin
bir kız vardı hatırladın mı?)
Şehrin elektrik tellerini gitar gibi çalan
kızıl saçlı adamdan nefret ediyorum. Nefret ediyorum ve bu saatlere çok
yakışıyor. Turgut Uyar gibi bir ip cambazına aklımın içinde çok ihtiyacım var.
Çünkü o elektrik tellerine konan kuşlar var. O kuşlardan biri belki onun
yüreğini taşıyordur. Korkutma. Hiç kimseyi. Kendini kaybettiğini anlıyorum bunu
biz de yaşamıştık. Ama her şey 21 Aralık günü Şirince Köyü’nde başlamıştı
unuttun mu?
(Bu o kadar
da saçma değil emin olun.)
Hadi ama
dostum beni Amerikan filmlerindeki gibi konuşturma senin o lanet kıçının canı
cehenneme! Neyse sorun şu ki ben kaybolmuş olabilirim bazı şeyleri hatırlamıyor
olabilirim ancak o gün kıyamet kopmadığını biliyorum. Yetti artık sohbete gel;
B- Merhaba
Bay Hiçkimse. Hangi yıldayız? Bugün günlerden ne?
A-Bak inan
bunları bilmiyorum ama o gün kıyamet kopmadı. Arkadaşlarla sabaha kadar dut
şarabı içtik. En son bir izdiham yaşanıyordu. Ama göktaşı ya da söyledikleri
gibi sel falan yoktu ortalarda. Şeyimi çıkarıp o ağaç dibine işediğim sırada
film koptu bende. Hatta ben insanlarla buna inandıkları için dalga geçmek ve bu
anları kameraya almak üzere orada bulunuyordum.
B-Ne güzel
Braveheart. Neden aralarda İngilizce konuştuğumu sormadın? Sen Türkçe
cümlelerin arasına İngilizce sözcüklerin girmesinden iğrenirdin. Ne oldu?
A-Merak etmiyorum.
B-Tabi
etmezsin. Saçma sapan da olsa insanların inandığı şeylerle dalga geçtin. Soran
insanlara İngilizcemi ilerletmek için oraya gidiyorum dedin. Orada bulunanların
yarısından fazlası turistti.
A-İnsan mı
öldürdüm? Birinin kafasında şişe mi kırdım? Nedir bu neler oluyor
anlayamıyorum.
B-Sen kendi
kıyametini yarattın genç adam. İnanmadığın, inananlarla dalga geçtiğin bu
kıyameti sen yarattın. Mutlu musun?
A-Burası hiçbir
yer. Sonsuz bir boşluk. Burasından nefret ediyorum.
B-Kıyametine
hoş geldin. En zoru da nedir bilir misin? İçindeki bu saçma anlamsız belki de
sana bile ait olmayan bu ses. Bu boşlukta ondan başka arkadaşın yok.
A-Ne demek
sana bile ait olmayan. Kendi iç sesimle konuşuyorum sanıyordum.
B-Kindi iç
sisimle kinişiyirim siniyirdim. Tişikkirler sipirmin.
A-Sen ne
diyorsun lan kiminle konuştuğunu sanıyorsun.
B-Ah
küçüklüğünden habersiz büyük dostum. Seni yalnız bırakıyorum. Cevapsız kal ve
sessizliğin ortasında bana yalvardığında belki geri dönerim.
(Buradan
sonrasını katırlarla devam edeceğiz.)
Ölüm olmasa ne yapardık? En büyük cevapları
öldüğümüzde bulacağımızı düşünüyorum. Bu arada ben iç ses. Ve bu arada bu uzun
yazıyı yazan her kimse bölümlere ayıramadı ya harbiden helal olsun. Geri zekâlı.
Mesele şu; Yaratıcı, Dünya’da yaşadığımız süreyi bizim boyutlarımız arasında
düşündüğümüzde, en önemsiz zaman dilimi olarak görüyorsa? Daha doğrusu biz işin
ciddiyetini anlayamıyorsak? Size din dersi verecek değilim henüz asıl soruyla
karşılaşmadınız. Her şeyimiz dediğimiz bütün değerlerimizin içine katıldığı
yaşam yalnızca bir sorunun cevabını bulmamız için Yaratıcı tarafından tasarlandıysa?
Öğretmeniniz tarafından size sorulan bir sorunun cevabını öğretmenizin
dolabından çalmak isteseniz ve yakalanmanız garanti olsa o cevabı çalar
mıydınız? Yakalandığınız takdirde o öğretmen size ceza vermez miydi? Evet, işte
mesele bu; intihar... İntihar belki de verdiğim bu örnek yüzünden tüm dinler
için yasak. Bilemiyorum. Mr. Nobody’nin gerzek fikirlerine başvuracağım ama
kendimi biraz ağırdan satacağım. Ülkeyi satanlara alıştık ama bu adam, bildiğin
Dünya’yı satmaya kalktı.
(Cevabı
bilmiyorum, bilmek isteyen intihar edebilir. Tabi öğretmenden korkmuyorsanız)
Şey. Orada mısın? Ben Mr. Nobody. Tamam, eşeklik
ettim özür dilerim. Ne olur affet. Çok yalnızım. Sesimi duyan var mı?
Yorulmuyorum. Susamıyorum. Sıkılıyorum. Bu iğrenç ve dayanılmaz bir durum.
Sesimi duyan var mı? Orada kimse var mı? Ses. Neredesin. Ne olur çık. Ses?
(Devam
Edecek)
Ali Özmen.
1 yorum:
Eğer bu yazdığım mektubu okuyan birileri varsa lütfen Dünya denilen çöplüğü ve hala gelmeyen kıyameti kurtarın.
Deneyeceğim,
deneyeceğiz, deniyoruz,,,
Mr. Nobody;
Her şeyimiz dediğimiz bütün değerlerimizin içine katıldığı yaşam yalnızca bir sorunun cevabını bulmamız için Yaratıcı tarafından tasarlandıysa?
bu soruyu genişletelim isterseniz, öyleyse bunu gözlemleyerek mi yapmak istiyor, yani biz ondan ayrı olsak bizi gözlemleyerek bunu cevaplayabilir mi? öyleyse deneyimleyerek mi yapmak ve öğrenmek cevaplamak istiyor ve deneyimleyerek yapıyorsa biz bi çeşit onun kendisiyiz; belkide aynı aynda hem deneyimleyip hem gözlemleyebiliyordur ve kendinden başkasına ihtiyacı yoktur içinde;
İntihar fikri bazen itihar fikri değildir, nasıl mutluluk bazen mutluluk, mutsuzlu kbazen mutsuzluk değilse;
Ve içsel ses içsel yayın için; düşünce ve zihinsel tutum iç sesi akortlar yani yayın kalitesi artar ve yayın güzelleşir olumlu düşünce ve duygularla ama arada bazen yine de bozuk çalar o, o zamanda duymamak sesi kısar, kapat düğmesi hiç dinlememektir
Yorum Gönder