22 Aralık 2012 Cumartesi

SARI SAÇLI ŞEHİR



Ölü beyaz bir güvercinden ziyade
Topuklarıma sızıyor kırmızı
Adımlarımdan korkan bir şehrin
Meydanlarına asıyorum kederlerimi
Çivi çiviyi söker madem

Acına, acılarımı söktürüyorum bileklerimde
Sen utanmıyorsun kaldırım taşlarından
İhtimal dâhilinde olan tüm manzaralardan
“Aşıyorum” kendimi, otogarlar tanıyor beni
Topuklarım acıyor, ağlıyorum.

Sen bu şehrin sol yanağından masum
Bir buse olabilirdin belki de
Belki de saçlarım olurdun
Tüm eksik yanlarıma rağmen
Ne adamlığımdan bir şey kaybederdim
Ne de, nefes boşluğu…

Sen karşıma çıksaydın eğer
Ben bu şehrin sarı saçlarından tutup
Çekerdim yalnızlığı
Kızardı bana, sonra gülerdik hep beraber

Sen bu şehrin turuncu güneşine aldanıyorsun işte
İnkâr etme
Ben bir sokak köpeğinin umudu
Kabul…

Tüm eksik yanlarıma rağmen
Çekemezsin sarı saçlarımı
Elinde olmaz
Gitmek…
Gidersin…
Artık umurumda olmaz…


Ali Özmen.



(Batuhan abiye ve yaşadıklarına ithafen)

"SENİ SEVİYORUMKEN"



Ruhum kaç numaralı odasında yüreğinin?
Geliyorum.
Kapındaki gülümsemeyi çalıyorlar
Çeviriyorsun kolu ki kırıklarıma
Ben dönmüş oluyorum
Ölmüş olanlar korkak bir mektubun
Bacaklarında titriyor.

Bir fransızın aksanına düşüyorum
Tüm normal yanlarımla
Karşımdaki kadın aşık oluyor bana
Bir çocuk aksanıma gülüyor
Ben neyim ki?

Gülümsememi bozanların
Maskelerine düşürüyorum duruşumu
Ölüme yakıştığım her an
Bana inanan, yürekler ordusu
Komutan benim ki tanımıyorlar
İfadelere takılmam ben
Seni seviyorumken acı çektiğim de olmuştur.

Ali Özmen

ELLERİNE



Güneş perdeden kurtulup
Ayrılık kadar büyük bir coğrafyayı
Aksettiriyor çehreme,
Yanımda bir kedi kadar masum uyuyor
Yalnızlık, hayırsız ve umarsız

Çakmağım yanmıyor yeni fark ettim
Oysa hiç bu duruma düşmezdim
Şu anda neyin kafasını yaşıyorsan orada bırak
Çünkü ben en ayık halimle uyuyamıyorum sana
Acın bile nefesime büklüm büklüm
Ayrılığın bile değerli
Ben seni ne zaman düşünsem
Sonunda muhakkak ezan okunuyor

Görünen o ki ikimiz de terk edildik
Hala “ağlamıyorum”larınlaysan
Atmosfer basıncımı arttırıyor
Bu durum, ağlıyorum
Neden bilmiyorum ama
Sanırım bu kelimeleri
Hiçbir zaman tamamlayamayacağım

Olanca hasretimle söylüyorum
Sen halden anlardın oysa
Eğer gitmek buysa, sana ait
Ben hala aynı memleketin göğsündeyim
Eğer gitmek buysa, sana ait
Ben hala aynı yerdeyim.


-Şimdi kaldır ellerini de bir daha bakayım…

Ali Özmen.

EYVEDA



Zemheri bakışlarında daha hızlı atan kalbimin bir parçasını alıp gitmenden sonra sonu gelen hurafelerin yazıldığı bir not olarak yere düşüyordu gözlerimin önüne;

“Elveda”


-Çok

Bu medcezir ömrümün kıyısından atlayacak çocuklara çok. Ve yokluğuna rağmen bir şükür beliriyor dudaklarımda. Yokluğuna denk düşecek kadar uzatmadım hiç birini. Ve içlerinden sadece birine anlattım sana olan hislerimi. Şimdi susuyorum;

en az bir Çanakkale gibi…



Ali Özmen.

Parizyen Dudaklar




Gökyüzü, inançları sığdırmak için çok dar
Yeryüzü intihar dolu ve soluk
En sadık kötü gün dostudur yalnızlık
Kelimelere değil belki ama anlamlara yazık

Ben bir karşılığım
Yanaklarıma düşerken ayetler
Hiç doğmayacak bir peygamber
Islanır, yeryüzüne düşerken

Sorumlusu sen olursun kapanmasının
Gidiyorken, şehrin tüm sokak lambalarının
Şimdi herkes gibi ölmek vaktidir*
Ayrılmamak için senden
Ne vakit senden ayrı düşünsem
Cennet olur, cehennem

Bir sigarayla yarışmak
Hayatıma ne kazandırır bilemem
Ama çaresizim, korkuyorum geceden
Canıma tak ettim, yüklendiğim sıfatlar
İnsan olmaktan öteye geçemedim belki
Ben yine dayanamayıp canımı sana hediye etmek istedim
Köşesine iliştirip ruhumu

Belki yüz bulurum bu gece
Tüm kelimeleri yakarım gizlice dudaklarımda
Sessizliğe aldırmayıp
Ayrılığın parizyen dudaklarına iliştiririm son busemi
Utanmam vallahi

Nefesine, nefsimi adarım
Bu geceler Allahsız
Ne olur bitmeden bu sessizlik,
Bu sigara da bitmesin
Sonra karanlık çok kararsız

İçine girmek, utanmadan
Bir gecenin, son sigarayı söndürmeye benzer
Bu kelimeler de biter elbet
Bak işte oradayız…


Ne önemi var senden önce herhangi dört harfin?
Şimdi ruhumun tahliyesine hazırlanıyorum
Yazmak, bir ayet kadar olamasa da yazmak
Onun sevdiği kadar varmış
Ama benim seni sevdiğim kadar yazmak
Biraz anlamsızlaştırıyor sonsuzluğa sevgimi

İyi geceler sevgilim,
Ben yine utanmadan sana bir şiir yazdım.
Çok sevdiğim bir dostum gibi
Belki sen de yakarsın…

Ali Özmen.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Sonradan



Bir başkasını katlettiğim kurallarım vardı benim
Adına yaraşır, çocukça sevdiğim
Bir kadına burktuğum yüreğim
Şimdi nasıl olsa herkese aynı mesafedeyim
Uykumu feda etmiştim bir gün
Bir gün kendimi de edeceğimden korkmadan
Üstelik bu mesafeden iyi görebiliyordum

Saçlarının kırık uçlarına anlamlar yüklediğim
Utanmadan aynı sigarayı içtiğim kadına
Söyleyemediğim o kadar çok şey vardı ki
Bir başkasına verdiğim şansları ondan esirgediğime
Çocukluğum mu yoksa sevgimin saflığı mı neden oldu?

Ne kadar temiz kalabilmişti ki ellerim, dudaklarım?
Üzerine hayaller kurduğum bir kadının üzerine
Yeminler ediyordum, bir gün
Gitmekle mükellef olduğum tüm kadınların toplamıydı
Elleri ve elimde hala onu tanıdığım ilk gün
Ona söyleyemediğim küçük bir yara iziydi, hasreti
Hiç geçmedi ve inanmazsınız, değişmedi ellerim

Bir başkasına armağan ettiğim hediyelerim vardı benim
Ona hiç olmadı,
Oysa ömrümdeki ilk gözyaşlarını bana o hediye etmişti
Yastığımın üzerine, kedileri onunla sevmiştim
Ve ne güzel reddediyordu bana yazdığı her şeyi,
Bunu elleriyle söylüyordu kalemime
Ve bu şiirden bozma, derme çatma kelimeleri
Ona yazdığımı asla bilemeyecekti!

Yeminler ederim tarihler karışıyor göğsüme
Doğduğu günü unutmadım bir tek
Gittim sarhoş oldum, bir kitap buldum içimde
Çıkardım sana yazdım, beynim işlevinden çok
Seni işliyordu anılarıma, üstelik bar ortamlarından
Ve o bahsettiğin bardaklardan korkar hale gelmiştim
Bilmiyordun halimi, sen mutsuzluğuna kızıp
Mutlu sanıyordun belki de sensizliğimi
İnan bana bilmiyordun
Bana şiirler yazmasan düşecektim o günlerde
Bir bahanem olacaktı elbet
Sen olmayacaktın, olduğuma inandığım şey olacaktım


Seninle yola çıkmak arasında bir bağ vardı
Çözemedim hiç, gidiyorken bile içimde seni götürmek
Kendimi sende bırakmakla aynı şeydi belki
Nereye gitsem seni götürüyorum ya hani
Söylemiştin, adımı hiç unutamayacaksın diye
Neden bu kadar sevdim seni?
Kendine olan bu güvenin miydi her şeyi değiştiren?
Benden daha iyi şiir yazmandan korktum hep
Kim isterdi ki sahip olmak istediği yüreğin
Kâğıda çizdiği bir bıçak tarafından öldürülmeyi?

Ali Özmen.

16 Aralık 2012 Pazar

Mr. Nobody ve Evrensel Mektubu


-Bay Hiçkimse ve Evrensel Mektubu-



İnsanlık olarak nasıl bu hale geldik, bilmiyorum. Şu koşuşturmaca şu insanların birbirini geçme mücadelesi hiç dinmeyen “daha fazla” açlığı… Sanırım Ajan Smith’in de dediği gibi bizler “memeli değiliz.” Ve bunun ilacını hala bulabilen başka bir canlı ırkı yok. Zamansız bir tarihten amansız hiçliklerin ortasından ve aklımdan hala gitmeyen kafiyelerin bıraktığı, o iğrenç hisse kafa tutarak yazıyorum;

  Şu anda kararan bir gökyüzünden başka hiçbir şeyim yok. Odamda hala, yerlerini karıştırdığım melodramlar, insanlar, şarap şişeleri ve duygular var. Kendi kişisel “Evrensel” mektubumu yazıyorum. Adı bile saçma. Tüm ucuzluğu ile “kabul edilmedi”, “teslim alınmadı” ve ”adres sahibi taşınmış” ibarelerini aynı anda taşıyan, bakmadığın her yeri saran bu mektubu, uyuşan sol kolum, dinmeyen saatlerin sığlıkları arasında intiharımdan önce ucuz bir efsane yaratarak, ceketimin sağ cebine bırakacağım. Sanırım uzun cümleler bu mektubun en saçma yanı. Kayboldum. Doğduğum şehir, büyüdüğüm ev ve öldüğüm odanın içinde kaybolmayı başardım. Babam şu an bir yerlerden bunu okuyor olsa, “bunu ancak sen başarırdın” derdi. Sanırım bunu başardım. Mektubuma “sevgili kendim;” diye başlasam daha az tedirgin olabilirdim.

(Kısa saçlı geceden elimde kalan yalnızca o sesler)

 Lütfen biraz sessiz olun, ölmeden önce yarattığım “konu bütünsüzlüğü” ile hiçbir alakası yok bunun. Bir elimde, elimde? Elimde hiçbir şey yokmuş. Sanırım bu bahsettikleri şey. Tükürükten mürekkep, parmaktan kalem ve gökyüzünden kâğıt mı olur demeyin. Bu bahsettiklerinden çok daha fazlası belki de. Ama tuhaf olan bahsettikleri başka hiçbir şeyle henüz karşılaşmamış olmam. Bu kadar büyük bir boşluk hangimize yeter? Evet, yanlış söylemedim. Bu sonsuz boşluk hangimize yeter? Diye sordum. Hepimiz o anlamını bilmediğimiz, öğrenmediğimiz sadece uyduğumuz kurallar ve kendi eksenimiz etrafında önem verdiğimiz insanlarla sınırlı kalmış varlıklarız. Buna alışabilir miyiz? Hiçlik. Yokluk. Merhaba Mr. Nobody. Merhaba sonsuz boşluk... Bunu hak etmedik. En iğrenç olanımız bile. Çünkü inanın bana bu çok iğrenç.

(Şu Jimi, Kudüs’ün yıllar önceki halini bilse ondan da yıllar önce Peace in Missisipi der miydi?)

(Ne alaka?)

 Sevgili kendim;
Yaşadığını hissettiğin yıldan kimseye bahsetme. Umarım bunu başarırsın. Seni görmemeleri doğal buna aldırma. Belki yaşamak, hepimizin kişisel kıyametidir. Sevgi her şeydir ve bir parça şiir hala yerindeyse unutamadın demektir. Bunu siktir et. Uyanmadan önce unuttuğun rüyalardadır belki senin cevabın. Belki de gidemediğindedir. Göremediğindesindir. Tuhaf oldu biliyorum ama o olabilirsin. Neden oturup konuşmuyoruz? Kazım Büfe’den muzlu süt? Papağan’da çibörek? Meydanda yoyga çorbası? Bafra Pidesi? Boyoz? Hatırlar mısın? Karnın acıktığında acaba karnı tok mu diye düşündüğün insanlar vardı. Evet, sen böyle bir adamdın. Şimdi sana ne oldu?

 Baştan alıyoruz. Her şey olduğunu sandığımız şeyden ibaretti. Belki hiç kimse hak ettiği yerde değildi. Savaşlar. Soykırımlar. Şerefli hak ve halk mücadelelerinin bile şerefsizliğe imrendiği o yıllar. Ölümüne sessiz kalınan insanlar. Büyük uçurumlar. Sen bu büyük kıyamete aldırmadan, odanda oturmuş, binyıllar önce bir topluluğun insanlara işaret etmiş oldukları tarih hakkında düşünüyordun. Buraya kadar her şey normal. Normal mi? Devam edelim. Onu düşünüyordun. Hangisini? İşte sen busun. Ne demek hangisini? Bu mektuba konuşma şeklinde devam edebiliriz ki bu ilk ve en saçma mektup olur. Tamam, unutalım bunu, sen devam et. Bağımlılıkların vardı! Orada dur bakalım yoktu. Ben hiçbir sicili olmayan ve hiçbir madde kullanmayan başarılı bir bankacıydım. Öyle mi seni orospu çocuğu? Hiç sanmıyorum. Çünkü olaylar öyle gelişmedi.

(Büyüdün bebeğim, dediğim kadına kaç saat kaldı?)


 Sen iyi ki Tanrı’yla beraber çalışmıyorsun. Onun adı Tanrı değil geri zekâlı. Onun adı; Allah. Çok özür dilerim Mr. Nobody… Bana şunu söylemeyi de kes. Benim adım. Benim adım… Senin adın ne? Bunu boş ver az önce ne diyordum. Tanrı seninle beraber çalışsaydı, emin ol seninle beraber çalışmak istemezdi. Çünkü sen hiçbir sicili olmayan hiçbir madde kullanmamış sıradan bir insansın. Onun adının Allah olduğunu iddia ediyorsun. Peki, onun söylediği her şeyi adının bildiğin kadar biliyor musun? Uyguluyor musun? Öyle bakma. Sonra da kalkmış onun adı Allah diyorsun. Sen gerçekten ucuz bir piçsin. Madem onun adını öğrendin neden hep daha iyi telefonun daha iyi araban daha iyi evin daha iyi bir eşin olsun diye uğraştın? Ben Tanrı dediğimde kızıyorsun. Belki de ben seninle aynı inancı paylaşmıyorum. Senin inancın sana benim inancım bana. Ne demek bu senle ben aynı kişiyiz. Bu iğrenç sözleri nereden çıkarıyorsun. Peki, madem aynı kişiyiz neden bunları düşünebiliyorum? Ben düşünebiliyorsam, sende düşünebiliyorsundur. Bak hiç Fight Clup’u hatırlamaya çalışma sana en başta söylüyorum bunu ama bir sorun var. Benim zihnimin derinliklerinde yatan saçma şeyler, senin içine düştüğün bu boşlukla mı alakalı yoksa daha önce hiç düşünmemiş olmanla mı? Allah’ın adını bir daha o iğrenç ağzına sakın alma bunları söz düşüneceğim. Sen de bir mektubun içinde düz yazı halinde, kendi başına yaptığın bu iki kişilik konuşmadan kimseye bahsetme…

(Beni aradığı saatler ikimiz ve herkes için hep geçti)


Odamdaki bu koku, telefonumun çalması, kulağımın çınlaması, kapımdaki sesler, perdenin ardındaki gölge hepimiz oturmuş çay içiyorduk. Birden elektrik kesildi… Tabi bu bizi hiç etkilemedi. Çünkü karanlıkta olduğumuzu söylemiştim beni iyi dinlemiyor musunuz? Sizi hiçbir şeye aldırış etmeyen soğan cücükleri! Kapa çeneni böyle başlamıyordu. Asıl sen kapa çeneni Allahsız piç. Şimdi orada otur ve sessiz dur. Bu mektubu yazdığım sürece de konuşma.

( Ot?)

 Eğer bu yazdığım mektubu okuyan birileri varsa lütfen Dünya denilen çöplüğü ve hala gelmeyen kıyameti kurtarın.

Adres; Güneş sistemi, Venüs arkası Dünya (Mavi gezegen)

Şimdi size Dünyamız hakkında biraz bilgi vereceğim;

Bu Dünya’da insanlar yalnızca bana çalışır. Ben onların kralıyım. Bu yüzden geldiğinizde ilk beni bulun. Erişmiş olduğunuzu düşündüğüm teknoloji sayesinde kâğıtta bıraktığım parmak izlerinden beni tanıyacaksınız. Size bütün bilgileri vereceğim. Bana yardım ederseniz kendinize kardeş bir ırk kazanacaksınız. Hatta daha fazlasını. Dünya üç oda pardon üç tarafı denizlerle kaplı yok öyle de değildi. Üçte ikisi sularla kaplı bir gezendir. Isıtma sistemi yani Atmosferi 7 katlıdır. Hala yeterince doğal kaynak mevcut olup Güneş’e 2 gezegen uzaklıktadır. Güneş sisteminin en güzide yerinde ay manzaralı bir geoiti kim istemez? Hem de hemen ulaşırsanız size az ayak basılmış Ay’ı da ücretsiz veriyoruz. Ücreti bana ödeyeceksiniz.

Teşekkürler.

 (Biraz ticari zekâ ve ciddiye almadığınız halde korktuğunuzu biliyorum.)

(Gözkırptım)


Neden ne olup bittiğini muştama sormuyorum ki? Ama onu Ankara Tren Garı’nda benden almışlardı. Hızlı trene binmeden önce çantamın, içinden geçtiği x-ray cihazı tepki verdiğinde güvenlik görevlisi yıllardır bu ana hazırlanmış gibi bağıra bağıra muşta kimin? Dediğinde –ananın amının. Dedim içimden. O sırada yanıma gelen polislerin bana takındığı tavırdan bahsetmeyeceğim bile. Gayet rahat ve sakin bir biçimde durumumu anlattım. Benim için taşıdığı özel anlamını bile dalga geçercesine söyledim. İkna oldular. Her şey tamamdı. O geri zekâlı güvenlik görevlisi tüm ikna olmuş haline rağmen bunu taşıma ruhsatın var mı diye sordu. Muştanın taşıma ruhsatı? Çok güzel. Şahitlerim de var; o muştayı o soru karşılığında o güvenlik görevlisine hediye ettim. Çantamı alıp trene binerken bağıra bağıra onun taşıma ruhsatı var mı? Dedim. Böyle mi olmuştu? İlker bilir.

(Bisiklet yolcuğu sırasında başka yerlere de uğrayalım?)

 İlker’e sorduğun sorunun ilk cevabı yolculuktur. Çünkü beraber yolculuk etmekten en keyif aldığım insandır kendisi. Eskişehir’i kişisel fethim sırasında yanımdaydı. Ya da İlker’in Eskişehir’i kişisel fethi sırasında ben yanındaydım bilemiyorum. Tek hatırladığım Akbank’ın şehrin konumundaki yeri. Çünkü her yeri o şekilde bulabildim. Biraz da İlker tabi. İki kişilik 9 numaralı oda ve otel sahibi Osman amca. Her şeyden önemlisi Osman amcanın Amerikan filmlerini seslendiren insanlardan daha güzel Dostum! Diyebilmesi. Aslında Dostuğm tarzı bir şeydi bu. Bugüne kadar gördüğüm en iyi muhabbet eden otel sahibiydi kendisi.

(Sevdiğin bir kız vardı hatırladın mı?)

 Şehrin elektrik tellerini gitar gibi çalan kızıl saçlı adamdan nefret ediyorum. Nefret ediyorum ve bu saatlere çok yakışıyor. Turgut Uyar gibi bir ip cambazına aklımın içinde çok ihtiyacım var. Çünkü o elektrik tellerine konan kuşlar var. O kuşlardan biri belki onun yüreğini taşıyordur. Korkutma. Hiç kimseyi. Kendini kaybettiğini anlıyorum bunu biz de yaşamıştık. Ama her şey 21 Aralık günü Şirince Köyü’nde başlamıştı unuttun mu?

(Bu o kadar da saçma değil emin olun.)
  Hadi ama dostum beni Amerikan filmlerindeki gibi konuşturma senin o lanet kıçının canı cehenneme! Neyse sorun şu ki ben kaybolmuş olabilirim bazı şeyleri hatırlamıyor olabilirim ancak o gün kıyamet kopmadığını biliyorum. Yetti artık sohbete gel;

B- Merhaba Bay Hiçkimse. Hangi yıldayız? Bugün günlerden ne?
A-Bak inan bunları bilmiyorum ama o gün kıyamet kopmadı. Arkadaşlarla sabaha kadar dut şarabı içtik. En son bir izdiham yaşanıyordu. Ama göktaşı ya da söyledikleri gibi sel falan yoktu ortalarda. Şeyimi çıkarıp o ağaç dibine işediğim sırada film koptu bende. Hatta ben insanlarla buna inandıkları için dalga geçmek ve bu anları kameraya almak üzere orada bulunuyordum.
B-Ne güzel Braveheart. Neden aralarda İngilizce konuştuğumu sormadın? Sen Türkçe cümlelerin arasına İngilizce sözcüklerin girmesinden iğrenirdin. Ne oldu?
A-Merak etmiyorum.
B-Tabi etmezsin. Saçma sapan da olsa insanların inandığı şeylerle dalga geçtin. Soran insanlara İngilizcemi ilerletmek için oraya gidiyorum dedin. Orada bulunanların yarısından fazlası turistti.
A-İnsan mı öldürdüm? Birinin kafasında şişe mi kırdım? Nedir bu neler oluyor anlayamıyorum.
B-Sen kendi kıyametini yarattın genç adam. İnanmadığın, inananlarla dalga geçtiğin bu kıyameti sen yarattın. Mutlu musun?
A-Burası hiçbir yer. Sonsuz bir boşluk. Burasından nefret ediyorum.
B-Kıyametine hoş geldin. En zoru da nedir bilir misin? İçindeki bu saçma anlamsız belki de sana bile ait olmayan bu ses. Bu boşlukta ondan başka arkadaşın yok.
A-Ne demek sana bile ait olmayan. Kendi iç sesimle konuşuyorum sanıyordum.
B-Kindi iç sisimle kinişiyirim siniyirdim. Tişikkirler sipirmin.
A-Sen ne diyorsun lan kiminle konuştuğunu sanıyorsun.
B-Ah küçüklüğünden habersiz büyük dostum. Seni yalnız bırakıyorum. Cevapsız kal ve sessizliğin ortasında bana yalvardığında belki geri dönerim.

(Buradan sonrasını katırlarla devam edeceğiz.)

 Ölüm olmasa ne yapardık? En büyük cevapları öldüğümüzde bulacağımızı düşünüyorum. Bu arada ben iç ses. Ve bu arada bu uzun yazıyı yazan her kimse bölümlere ayıramadı ya harbiden helal olsun. Geri zekâlı. Mesele şu; Yaratıcı, Dünya’da yaşadığımız süreyi bizim boyutlarımız arasında düşündüğümüzde, en önemsiz zaman dilimi olarak görüyorsa? Daha doğrusu biz işin ciddiyetini anlayamıyorsak? Size din dersi verecek değilim henüz asıl soruyla karşılaşmadınız. Her şeyimiz dediğimiz bütün değerlerimizin içine katıldığı yaşam yalnızca bir sorunun cevabını bulmamız için Yaratıcı tarafından tasarlandıysa? Öğretmeniniz tarafından size sorulan bir sorunun cevabını öğretmenizin dolabından çalmak isteseniz ve yakalanmanız garanti olsa o cevabı çalar mıydınız? Yakalandığınız takdirde o öğretmen size ceza vermez miydi? Evet, işte mesele bu; intihar... İntihar belki de verdiğim bu örnek yüzünden tüm dinler için yasak. Bilemiyorum. Mr. Nobody’nin gerzek fikirlerine başvuracağım ama kendimi biraz ağırdan satacağım. Ülkeyi satanlara alıştık ama bu adam, bildiğin Dünya’yı satmaya kalktı.

(Cevabı bilmiyorum, bilmek isteyen intihar edebilir. Tabi öğretmenden korkmuyorsanız)

 Şey. Orada mısın? Ben Mr. Nobody. Tamam, eşeklik ettim özür dilerim. Ne olur affet. Çok yalnızım. Sesimi duyan var mı? Yorulmuyorum. Susamıyorum. Sıkılıyorum. Bu iğrenç ve dayanılmaz bir durum. Sesimi duyan var mı? Orada kimse var mı? Ses. Neredesin. Ne olur çık. Ses?

(Devam Edecek)

Ali Özmen.