25 Eylül 2016 Pazar

TİMSHEL




Merhaba benim nar çiçeğim,

  Doğduğum günden bu yana sana yazamadım, kusura bakma. Bilirsin bir kere insan olmayagör, yakanı bırakmıyor hiç bir şey, ya insanlığından oluyorsun ya da hayatından bir süre sonra. Bunlar konuşulacak şeyler değil artık, bir kaç dal sigaram kaldı ve saat sabahın altısı. Hava karanlık ve günden güne soğuyan bir Eylül ayını, bozkırın ortasında yeni taşındığım bir ev ile selamladım. Bir çamaşır makinem bile yok şimdilik. Bu saatler hep buz keser ve bilmezsin, iyi yemek yapmama rağmen yalnız yemek yemeyi sevmem. Dur biraz bunları anlatmayacaktım. Hala kırgın ve bunu tebessümleriyle gizleyen bir çocuk olarak koşuyorum yaşam denilen caddenin tam ortasından. Halep bombalanıyor. Hissediyorsun acımı, kalbimi kıran anları ve suskunluğumu hissediyorsun biliyorum. Bir kaç galaksi eskitmiş gibi hissediyorum bende kendimi bazı zamanlar. Ne kadar uzun yol yapılabilir ki yirmili yaşlarda bir insan? Bir kaç yüz bin ışık yılı belki, gözlerinin ardından geçen zaman. Ama çok tuhaf hala tüm çıkmazlarını bildiğim sokaklar gibi samimi bir bakışın var orada bir yerlerde. Sakallarım uzadı, upuzun. Uykusuzum yine ve tutmuyor beni ellerin gibi hiç bir düzen. Gülüşün vardı kocaman, aynalara sığmazdı. Eksik kahvaltıların içilmeyen çayları ve bozulan Dünya'nın çocuklara yaptığı zulümleri dert ettim en çok. Aynı noktada, aynı yerde, aynı coğrafyada buluşamadığımız ne de çok şey vardı oysa.

  Yaşam denilen huduttayız; kraterler ve rutubetli odaların arasında bir yerlerde sonbaharı yeniden yaşamak için, bir şiir eksik ölmemek için, midemiz kaldırsın diye tüm bu yanlışları, Halep'ten hiç konuşmamak için buradayız. Hava aydınlanıyor benim nar çiçeğim, zamanımız az ve bu sonsuz mektubu yazmak için yeteri kadar elim yok. Annemi özleyeceğim günleri sevmiyorum. Çünkü kafam karışıyor, bedenim bir kaç parçaya bölünecek gibi oluyor durduk yere bir yerlerde. Çünkü Halep'te her gün çocuklar ölüyor ve kimse bundan bahsetmiyor.


  Keskin bir bıçak gibiyim. Önce kendimi paramparça ettim. Ardından bana dokunan herkesi. Sonra oturdum bir şamanın dansına ağladım ve hala uyanmadım, bozkırın ortasındayım. Sahi saçların vardı, bir şehre girsen herkes yeni bir iklim sanırdı onları. Saçların gerçekti, eminim. Bazen bir alkış kopacak ve ben selam verip sahneden ineceğim gibi geliyor. Kırmızı perdenin bu kadar gecikmesinin sebep olduğu tüm acılarım, dertlerim ve kırgınlıklarım aslında teknik bir hatadan fazlası değilmiş gibi yağmur yağıyor. Bugün daha fazla uzun cümle kurmayacağım. Bu sana yazdığım ilk mektubum ve onu şehirden ve kalabalıktan uzak bir yerlerde okuyor olman dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder