Bir savaşın
orta yerinde küçük bir kızın saçlarını kazıyor annesi, babası ağlıyor. Usturanın
ucundaki jilet mi şerefsiz yoksa insan mı? Kız neden ağlamıyor ki? O çok mu
büyümüş hiç bilmediği insanların gözlerinde, topraklarını bırakın, oturduğu ev
çok mu büyük ki okyanuslar aşarak geliyor ona sahip olmaya çalışan insanlar? Bilmiyor.
Bir çocuk çikolata yiyemediği için ağlıyor, babası ona “bir gün çikolata
yiyebildiğin için ağlayacaksın” diyor. Belki de öyle bir günün hiç
gelemeyeceğini bile bile. Çocuk susup anlamaya çalışıyor ama anlayamıyor. “Çikolata
yesem niye ağlayayım ki? Hem eskiden daha sessizdi buralar, şimdi neden böyle
oldu?” Baba, sanki binlerce soruyu aynı anda duymuş gibi binlerce cevap geçirdi
kafasından. Hepsine de verecek bir cevabı vardı üstelik bir süre sustu “geçen
sene işten dönerken sana hep çikolata getiriyordum ya işte o çikolataları sadece
kendi çocukları yesin istiyorlar.” Dedi. Çocuk kırılgan bir sesle ve tüm
heyecanıyla bağırdı “ama bu haksızlık” diye.
Baba
elindeki silahı biraz daha kavrayıp “evet bu haksızlık” dedi. Birkaç ailenin
saklandığı izbe ve öncesinde bombalandığı için güvenli sayılan ev ayakta zor
duruyor gittikçe yaklaşan silah ve bomba sesleri o evin içindeki herkesi daha
çok düşündürüyordu. “Sana anlatmayacağımı söyledim bir gün saçlarını neden
kazıdığımızı da anlayacaksın.” Dedi baba. Küçük kız bir daha hiç
konuşmayacakmış gibi sustu. Yerdeki molozların arasından küçük anteni belli
olan pilli bir radyo gördü baba. Hemen onu alıp temizledi ve kızına dönüp “bunu
hatırlıyor musun?” Dedi. Küçük kız gülümsedi henüz beş yaşında olmasına rağmen
çıkardığı tam ve vurgulu ses tonuyla tüm Dünya’nın pisliğine göğüs gerercesine
gülümsedi. “Müzik kutusu” dedi. Baba, dört aylık oğlunu kaybettiğinden iki
hafta sonra ilk kez tebessüm etti. Hemen bir radyo frekansı aramaya başladı.
Bulduğunda mahalleye giren tank, yeri sarsıyor ve silah sesleri artık
saklanacak bir yer kalmadığını anlatıyordu. Baba radyoyu son ses açtı. O izbe
evin içindeki tüm anneler içleri kan ağlasa da o an gülümsemeye başladı.
Çocuklar da ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor onlar da biraz biraz o
gülümsemelere, tebessümle karşılık veriyorlardı. Toplam altı yetişkin erkeğin
üçünde silah vardı. Hepsi ayağa kalktı. Onlar da gülümsemeye başladı. Küçük kız
belki de bir şeyleri hissetmiş olacak ki babasının yanına koşup ona sarıldı.
Babası ona sarılırken kulağına neden saçlarımı kestin baba? Dedi.
Baba sanki
yaşanabilecek tüm ölüm hallerini aynı anda yaşıyordu. “Sana kötü bir şey
yapmalarını istemedim. Eğer ki onlar gelmeseydi ben gidecektim” dedi. Ama saçlarım çok güzeldi değil mi baba, sen
hep öyle söylerdin.” derken evin onlarca girilebilecek açıklığı olmasına karşın
tüm umutları yıkarcasına ayakta duran tek kapı, bir askerin tekmesiyle yıkıldı.
Oradaki herkes biliyordu kadınlara ve çocuklara ne yapıldığını. Erkeklere
yapılan işkenceleri çocuklar hariç herkes duyup anlamıştı. İnsanlardan zorla
alınan organları hatta o askerlerin bazılarının çocukların kararan hayatlarını birkaç
kez daha kararttığını herkes biliyordu. Ve daha anlatılamayacak kötü şeylerin
olduğu bir yerde tek suçlarının yaşamak olduğunu herkes biliyordu. Bunu belki
de çocuklar bile anlamıştı. Kapıdan
giren askeri vurduktan sonra ağlamaya başlayan baba, korkudan ve sesten donup
kalan küçük kızını annesinin kucağına verdi. Birkaç adım geri çekildi. Çalan
radyonun, bazı çocukların yüzünde donup kalan korku ve bundan bir iki dakika
önce çehrelerinden hiç düşmeyecekmiş gibi duran tebessümün karıştığı o an, o
kahrolası, o insanlığın yüz karası an, baba otomatik tüfeğini kadın ve
çocuklara doğrultup ateş etmeye başladı. Yanındaki adamların yapabildiği tek
şey izlemek oldu üstelik onlarda babaydı onların da eşleri ve çocukları
kurşunların hedefiydi. Ancak o kırılan anda akıllarına gelen tek şey
yaşasalardı bizden sonra çok işkence görürler mi? Sorusuydu. Çok azap çeker
miydi yaşasa o küçük kız? Hepsi biliyordu evet çok daha kötü şeyler görürlerdi.
Ama kimsenin yapabileceği bir şey yoktu belki de. Diğer askerler eve ateş
açmaya başlamışlardı. İçeri giren bir el bombasını fark eden diğer bir adam onu
alıp dışarıya doğru koşturmaya başladı. Onların tam üstüne atacaktı belki ama
elinde patladı. Sağ göğüs kafesi ve sağ kolu artık yoktu. Birkaç saniye sonra
da üzerinde taşıdığı kırmızı sıvı yere boca oldu. Canını orada bıraktı. Tank
namlusunu eve doğru çevirmeye başladığı an içerideki herkes o sesi
duyabiliyordu. Tüm kurşunları bitene dek çatışmışlardı. Yerdeki taşlardan başka
hiçbir şey yoktu savaşabilecekleri. Radyo hala çalıyordu. Silah seslerinden
dolayı duymak çok zordu ama gerçekten duymak istersen duyabiliyordun.
Uzaklardan yükselen toz bulutuna bakan küçük
çocuk baba orada ne oldu? dedi. O kadar
zor sorulardı ki bunlar her biri beyne sıkılan bir kurşunu andırıyordu. Baba
oğluna bakıp “hani senin oynadığın o patlayan oyuncaklar vardı ya neydi onun
adı?” dedi. Çocuk “Torpil mi?” diye cevap verdi. Baba kendinden emin bir halde “Evet,
işte yaramaz çocuklar oyun oynuyorken yanlışlıkla onları patlattılar.” Dedi. Çocuk
heyecan ve şaşkınlıkla hepsini mi patlattılar? Deyiverdi. Baba “hepsini
patlattılar” dedi. Çocuk “Ben hiç yaramazlık yapmayacağım baba” derken
derinlerden o bombanın patladığı yerden dikkatli dinlediğinizde duyabileceğiniz
belki de tüm dünyanın duyması gereken, pilli küçük bir radyo çalıyordu. Tüm
dünyaya inat tüm savaşlara tüm düşüncelere inat o küçük radyo orada molozların
arasında çalıyordu. Ben mi? Orada değildim ama radyoda çalan son parçayı
biliyordum.
Ali Özmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder